Teslimiyet Üzerine

Bugün burada Paskalya tatilinin ilk günü. Eşim bebeğimize bakıyor ben de rahat rahat çalışmak için oturdum masama. Başlayamadım çünkü canım sıkkın. Son günlerde kendimden de, çevremdeki insanlardan da yorulduğumu hissediyorum biraz.

Fark ediyorum ki ne zaman birileriyle konuşsam ya da ne zaman kendimi dinlesem hep aynı şeyleri duyuyorum. Ben ‘özelim’, sen ‘özelsin’, o ‘özel’. Nasıl daha çok ‘bir şey’ olabilirim. Bundan sıkıldığımı itiraf etmek benim için gerçekten hiç kolay değil. Yıllarca yetenek gelişimi üzerine çalışmış biri için.

Bebeğime kendim bakmaya karar verdiğimde, bunun hayatımdaki en önemli sınavlardan biri olacağını bilmiyordum. “Ben ki” (bunu da duymaktan yoruldum son zamanlarda) üniversiteyi birincilikle bitirmiş, yurtdışında bir sürü eğitim almış, bir yüksek lisans yapmış üzerine ikincisini yapan, on yıllık iş tecrübesi olan, yoga yapan, spor yapan, vs vs (bir sürü duymaktan sıkıldığım şey daha sayabilirim) evde çocuğuma kendim bakıyorum. Tüm gün ona bakmanın yanı sıra, evi topluyorum, yerleri süpürüyorum, alışveriş yapıyorum, yemek yapıyorum, çamaşır yıkıyorum. Bunların dışında ikincil olarak projem üzerinde çalışıyorum, koçluk veriyorum, moderatörlüğünü yaptığım bir grup çalışması var.

Ve ‘ben’ görüyorum ki bunca yıl bebek bakmaktan daha fazla beceri isteyen başka bir iş yapmamışım aslında. Bunca yıl küçümsediğim ve (bunu da duymaktan yoruldum artık) “Aaaa ben sadece çocuk bakamam.” denen şey, bugüne kadar iş yaşamında parlattığım tüm becerilerimin de dahil, fiziksel, ruhsal tüm kapasitemin kullanılmasını gerektiriyormuş, sevgiyle, teslimiyetle. Ve keşke sadece bebek bakacak kadar güçlü olabilseymişim. Hala destek almak için beraberinde başka yaptığım şeyler var.

Öyle bir jenerasyonuz ki, ‘bir şey’ olmaya takmışız kafamızı. O bir şey de hep ‘en iyi’ ile başlıyor. Aslına bakarsak onun dışında ‘pek bir şey’ önemli değil bizim için. Ya ‘en iyi bir şey’ olmadan ölürsek, ünümüzü yedi cihan duymazsa. En mütevazi görünenlerde bile görüyorum bunu. Daha gizli bir şekilde faaliyet görüyor bu kaygı.

Bugünlerde eskilerin ‘kader’, ‘kısmet’ kavramlarını düşünüyorum. Annemin çocukken bir şeyi çok istediğimde hep “İnşallah!” demesini ve bunu hiç sevmemem. Sorardım niye öyle söylediğini,“Kısmetse!” derdi bir de açıklama olarak. O beni daha da çıldırtırdı. İstediğim bir şeyin olmama olasılığını çocuk aklım kabullenmek istemezdi. Aslında o kısmet deyişin altındaki bilgeliği şimdi görüyorum. Her şeyin bir mevsimi varmış. Özeti; benim için iyi olan bazen bütün için iyi olmuyormuş ve bütünün hayrı aslında beni küçültmüyormuş. Bütün iyileştikçe, güzelleştikçe uzun vadede ben de güzelleşiyormuşum. Off! Söylemesi ne kolay, yapması ne zor.

Kendime her gün hatırlatıyorum, “Şimdi her şeyi kendin yapıyorsun diye çocuğun dünyanın en başarılı, en mutlu insanı olmak zorunda değil. Aslında çocuğun sana hiçbir şey borçlu değil.”  Ben ona şükran borçlu hissediyorum. Doyasıya bebekliğini yaşayarak bunları görmeme izin verdiği için. Okumak istediğim onlarca  kitap varken, gitmek istediğim bir sürü eğitim varken, yapmak istediğim onlarca şey varken, bunların hiçbirine aldırmadan acıktığı, uyumadığı, üstüne kustuğu, ağladığı, huysuzlandığı için, kısaca o an benim ne istediğime bakmaksızın hemen şimdi hizmetimi ve sevgimi istediği için ona şükran duyuyorum. Özgür ruhlu bir insan olmak istemiştim, daha ne kadar yolum olduğunu bana gösterdiği için.

Teslimiyet insanın bir şeyi yapmak zorunda kaldığında ona teslim olması değilmiş sadece. Gerçek teslimiyet yapmak zorunda değilken gerekeni yapmayı seçmekmiş, geç anladım. Başka şeyler olmak dururken, şikayet etmeden, kafaya kakmadan, küçümsemeden. Bir şeyler olmak için değil, bir şeyler vermek için çalışmakmış insanı büyüten ve daha da önemlisi bunu nasıl gönülden verdiğinmiş, peşinde ne aldığını kovalamadan. Bir de bunu yapmak bunu yazmaktan çok daha zormuş.