Gölgeler Büyürken

image: www.layoutsparks.com

Geçen yıl Nisan ayında Dartmoor’da gece karanlığı çökerken ormanın kıyısında oturmuş bakıyordum. Diğer arkadaşlarım ay ışığında yürüyüş yapmak üzere yola çıkmışlar, beni de hamile olduğum için güvenlik nedeniyle burada bırakmışlardı. Onlara rehberlik eden Animate Earth (Canlı Dünya) kitabının ve belgeselinin yaratıcısı Stefan Harding’di. Doğa olaylarını mitolojiyle harmanlayarak hikaye tadında anlatabilen bir biliminsanı. Biraz boynum bükülmüştü kaçırdığım fırsattan, ama yola çıkmadan Stefan beni de motive etmeyi ihmal etmedi. Hava kararırken doğanın muazzam bir dönüşüm geçirdiğinden bahsetti ve onu gözlemlemenin nasıl tadını çıkaracağımı.

Dartmoor zaten günün her saatinde inanılmaz güzellikte doğaya sahip, gecesi bir başkaymış. Dediğim gibi ormanın kıyısında oturdum, beklemeye başladım. Neyi beklediğimi bilmeden. Güneş yavaş yavaş ufukta kayboldu. Tatlı bir kızıllık sardı havayı ve giderek soldu. Kuşların sesleri artmaya başladı, hızlı hızlı uçtular bir yerlere yetişir gibi. Sonra onlar da kayboldu, sesleri de. Arkasından gelen lacivertlik giderek kendini karanlığa bıraktı. Güneşin batmasıyla gelen serinlik hafif bir rüzgar yarattı, ağaç hışırtıları ve derin bir sessizlik. Çıt çıkmıyordu etrafta. Gündüz ahalisi evlerine çekilmişti. Sonra ay ışığı göründü, ayın yansımasıyla yavaş yavaş ağaçların gölgeleri vurdu yere ve ardından bambaşka sesler belirdi doğada. Kesik kesik ötüşler, hışırtılar, hafif ulumalar. Demin aydınlık olan orman karardı ve farklı bir kimliğe büründü. O ormanı tanımıyordum artık. Oturduğum yerde dikkat kesilmiştim. Korku değil ama ruhumu bir ürperme sardı. Her şey ve hamile olan ben doğanın bir parçasıydık. Ama o doğa bana ürküntü vermişti. Bir saat kadar öyle oturdum.

Gece odama döndüğümde şaşkınlığım hala geçmemişti. Hala çevremdeki tüm sesleri duyuyordum, tıpkı bir kurt gibi tetikteydim. Daha önce algılamadığım şeyleri algılıyordum. Kalp atış seslerim, binanın içinden gelen sesler ve yine hışırtılar. Yatağımın yanında sabah kütüphaneden aldığım kitap duruyordu, insan psikolojisindeki gölgelerinin ustası Jung’a ait. Tesadüf olduğunu sanmıyorum.

İşte o workshop benim kadın ve doğa konusuna dikkat kesilmemin başlangıcı oldu. Kadınların mitolojide kurtlarla eş tutulduğunu keşfetmem de çok sürmedi.

Doğamın sadece gündüzünde yaşadığımı fark ettim. Gece bambaşka bir ben çıkmıştı ortaya. İçimde bir yerlerde saklı ben. Konuşmayan, sezen, pür dikkat ve ne yapacağı kestirilemeyen. Mesela, bildiğimden öte bir beceriyle içimdeki yavruyu korumaya güdülenmişti bedenim. İçimde yeni bir kadınla mı tanıştım yoksa içimdeki kadınla mı? Korktum biraz. Belki de ilk defa binlerce yıldır erkek psikolojisinin içine işlemiş bilinçsiz korkuyu anladım o anda. O gece deneyimlediğim dişi enerji, sözlerin ötesindeydi, tarifi zordu, gizemliydi ve her şeyden öte çok güçlüydü.