Bize Dair, Ben Dahil

Birkaç hafta önce aniden odamdaki çalışma masamı iki senedir baktığı camdan diğerine çevirme isteği hissettim. O cam karşı bahçenin kocaman, güzeller güzeli ağaçlarına bakıyordu. Taşınma işlemi bittikten sonra oturdum izlemeye başladım masamın yeni manzarasını.Öyle güzeldi ki, daha önce niye bunu yapmadım diye sordum kendime. Keyiflendim çok.

Ertesi gün içeride oğlumun altını değiştirirken inşaat tarzı bir takım sesler duyulmaya başlandı birden. Önce nereden geldiğini anlamadım. Masama doğru gittiğimde bahçenin ağaçlarının kocaman testerelerle kesildiğini gördüm. Bir anda olmuştu. Nasıl üzüldüm anlatamam. Sanki bir arkadaşım ölmüş gibi. Bir gün önce içime sıkıntı doluşuyla masamı taşımama gitti aklım ve uzun uzun o ağaçları izlememe. Belki de ağaçlar çevrelerine veda ediyorlardı, asıl belki de yardım istiyorlardı. Aklıma bir arkadaşımın Facebook’ta yayınladığı bir video geldi. İngiltere’de ağaçlar kesilmek üzereyken, birden vahşi atların uzaklardan koşarak gelip kesim ekibini engellemeye çalışmasına ilişkin. Linki burada.

Kesilen ağaçların ne olduklarını merak ederseniz, aynı bahçeye oyun parkı oldular. Çocuklar oynasın diye. Kocam alıştı hallerime. Birkaç gün yas tuttum ağaçlar için. Kendimi avutmaya çalıştım, “Ama bak çocuklar oynayacak.” diye. Olmadı. Onların varlığını hala çok özlüyorum.

Ünlü Zen Budist Usta Thich Nhat Hanh dünyayı kurtamak için aslında yapmak gereken tek şeyin insanın  içinde ağlayan Dünya’nın sesini duyması olduğunu söyler. Dalai Lama gibi kendisi de ekolojistlerle birçok çalışmalar yapıyor. Onun görüşüne göre birliği  gerçekten hisseden ve onun parçası olduğunun bilincinde birinin bu dönemde acı hissetmekten kaçması çok zor. Çünkü parçası olduğumuz dünya, doğa çok  acı çekiyor. Yukarıda yaşadığım hisler öylesine yoğundu ki, tesadüf demem çok zor.

Doğa üzerinde çalışmaya başladıkça benim yolum Budizmden de temel alan derin ekoloji görüşüne düştü. Çok ilham verdi bu görüş bana. Kendimizi doğadan öyle ayrı görmeye başlamışız ki, her şeyi insan gözüyle görmeye, değer biçmeye ve kendimizi de doğanın en üstün yaratığı ilan etmeye kadar vardırmışız işi. Aşağıda yazdıklarım üzerine bir yıldan fazladır derin derin düşündüm, gözlem yaptım. Hala da devam ediyorum. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Hiç çektiğin acının, insanlara olan kızgınlığının, dünyada kaybolmakta olan türlerin, ormanların, bozulmakta olan dengenin çığlıkları olduğunu düşündün mü? Eğer kendini doğadan ayrı görüyorsan, hayır.

Peki eğer her şeyi ya kendinle ilgili ya da sana karşı görmeyi bırakıp kendini doğanın bir parçası olarak görseydin ve (kendi) doğanın sana ne söylemeye çalıştığını dinleseydin. Susturmadan, yargılamadan, henüz daha ne dediğini tam anlamadan onu başka bir duyguya dönüştürmeye çalışmadan. Onun acısının (yani kendi acının) yanında durabilseydin o zaman o acı belki de sana bir şeyler yapmak için güç verecekti.  Hatta onun için ne yapmanı istediğini gösterecekti. Şu an insan olmakla tanımladığımız çok şeyin hoşgörüyle karşılanacak yanı olmadığını söyleyecekti. Tasavvuf inancına göre doğru olmayan davranışı övmek, en büyük kötülüklerden biridir. Bu Budizmde de aynı.

Her gün dünyada insanlar olarak bizim davranışlarımız yüzünden yüzlerce tür kayboluyor. Bu, doğanın dengesini geri dönülmeyecek bir şekilde altüst olma riskiyle gelecek nesli baş başa bırakıyor. Hala savaşlarda, açıktan, hastalıktan ölen insanlar var. Her gün, değişmeyerek ya da yavaş değişerek, kendimizi çok severek, bazı şeyleri yanlış anlayıp, yorumlayarak, görmezden gelerek birçok canlının ve sonraki neslin elinden yaşam imkanlarını hızla çalıyoruz.

Kesilen ağaçlar ve daha niceleriyle beraber içimde hissettiğim acı bana bunu yazdırıyor. Anladım ki dışarıda bir yerlerde dünya, doğa ya da toplum yok. Onların hepsi biziz.