
Fotoğraf Wikimedia’dan alıntı.
Bu sabah oğlumu aşıya götürürken yağmur yağıyordu. Düşündüm; insanı içine kapanmaya davet eden bir hava bu. Dışarılara çıkmak için baştan çıkaran güneşten sonra o da hoş geldi.
Bir yıldır üzerinde çalıştığım projemin taslağını teslim ettim. Oluyor iki hafta. Zihnim ve heyecanım durulmaya başladı. Bir ara hiç toparlayamayacağımı zannetmiştim. Hatta bazen saçmaladığımı düşündüm. Geceleri uykumda çözdüğüm şeyler oldu. Sonunda bitti. İlk yorumları da çok iyi geldi. Bu zamana kadar okuduğum hiçbir şeye tam olarak benzemiyor. Benden çıktığına inanamıyorum bazen. Ömrü boyunca başkalarından bir şeyleri öğrenmeye ve uygulamaya koşullandırılmış ben, bunu buldum demeye pek alışmamış. Yaratıcılık hoş geldin dedi ama bir bilene soramamak hala tuhaf geliyor. Kendimi kırılgan hissediyorum. Çalıştıklarım üzerinde ilerleyen zamanlarda çok konuşacağımı hissediyorum ama şu sıralar hala kozada büyüyorlar. Ne kadar süreceğini bilmiyorum bu sürecin. Bir doğum gibi onun da kendi zamanı var. Ama artık yaşamım eskisi gibi olmayacak, olamayacak. Bir tek bu kesinleşti.
Bill Plotkin’i okuyorum bugünlerde. Onun kozalara olan övgüsünü. Sürekli kelebeklerle ve kelebek olmakla ilgilenen dünyada, kozada geçen sürenin boş geçen bir zaman olarak nitelenmesi artık bana da tuhaf geliyor. Performans, verimlilik ve hareket odaklı hatta bundan başka bir şey düşünmez olmuş insanlar olarak, gitgide birbirimize benzememize şaşmıyorum artık.
Koza bekleme zamanı. Olgunlaşma zamanı. Orada kıpırdanmaz fazla. Karanlıktır bazen, hiç ilerlemiyor görülür, hiç gelişmiyor görünür ya da en önemlisi dışarıdan bir şey görülmez. Ne oluyorsa kozanın içinde oluyordur o sırada. Dışa kapalıdır o gelişme. Bazen sıkıntılıdır. Ama huzurludur da. Güvenlidir. Tek tehlikeli olan vaktinden önce çıkmaktır. Tıpkı bebeğin anne karnında büyümesi gibi. Küçücük bir hücreden bir bebek meydana gelir. Ama kutlanan doğumdur. Tohum toprak altında, karanlıkta filiz verir. Ama kutlanan meyvedir. Oysa toprak altı yoksa meyve de yoktur.
Anladım ki, eğer acele varsa kelebek olmak da kaderde yoktur…