Saat 4:30. Ayaktayım. Uykusuzluktan değil, geceleri bu saatte kalkıyorum. Okumak, yazmak, çalışmak için. Bunu takdir edileyim diye yazmıyorum. Doğanın dengesini ve insanın geleceğini kurtarmak için ‘belki de çok geç’ olduğu bilgisini hazmetmeye çalışıyorum. Zor geliyor. Diğer anneler, babalar, arkadaşlar bununla nasıl yaşıyor merak ediyorum?
Blogumu takip edenler düşünmesin ki bu konu ikincildir. Her şeyi bu konunun çözümüne katkıda bulunmak için yazıyorum. Öyle karmaşık bir sorun ki ve insanlar için bundan daha büyük bir sorun da yok dünyada. Evet var diyeceksiniz belki. Savaşlar, açlık, terör. Hayır yok. Bunlar da aynı politikaların ve insan tutumlarının sonucu.
Artık korkuyorum. Çünkü insanlar sanki başka bir gezegende yaşıyor gibiler. Artık korkuyorum. Ruhsal çalışmalar yapan, yüksek bilinçli olduğu kabul edilebilecek kişiler bile Dalai Lama’nın, Thich Nhat Hahn‘ın ve daha nicelerinin başlıca gündemlerinin bu konu olduğunu görmüyor gibiler.
Zannedilmesin ki küresel ısınma ile ilgili faaliyetler sadece kutup ayılarını kurtarmak, geri dönüşüm ya da çevre koruma. Zannedilmesin ki bu konuyla ilgilenen insanlar romantik hayaller içinde, dünyada onca öncelikli güncel sorun varken tutmuş bize gelecekten bahsediyorlar. Hayır. Hiç sanıldığı gibi değil. Bu insanların çoğu realist insanlar ve güncel tabiriyle çoğu çok ‘spritüel’ insanlar. Hemen hemen hepsinin enerjisinin büyük bir kısmı, sorunun büyüklüğü karşısında paralize olmadan, umutsuzluğa kapılmadan çalışmaya devam etmeye gidiyor. ‘Gördükleri’ gerçeklerle çalışmaya, çalışabilmeye gidiyor. Blogumdaki bu post yüzden fazla kez paylaşıldı. Bu videoyu hazırlayan kişinin, hep beraber yarattığımız gerçeği görmenin yaşattığı acıyı nasıl taşıdığını ve dönüştürerek yansıttığını izlemek yeter bu insanların neler yaptığını anlatmaya. Çoğu da takdir, para beklemeden devam ediyor. Niye mi? Çünkü artık zaman kalmadı. Niye mi? Çünkü insanların çoğu hala çok bilinçsiz.
Medya kasırgalar dışında bilgi vermeyecek. Çünkü küresel ısınma rating getirmiyor. Yavaş gelişiyor. (Artık o kadar yavaş da değil.) Politikacılar bahsetmeyecek. Çünkü halk o zaman sorguluyor, onların gerçekte neyin parçası olduğunu görüyor. Büyüme ekonomisinin, aşırı tüketimin, şirketlerin gerçekte neler yarattığını görüyor.
Suriye, Gazze ve daha bir çok üzücü konunun yani savaşın gelecekte (yakın gelecekte) su ve yiyecek için küresel boyutta olacağını. Bugün bölgesel olan göçün değişen iklim şartları nedeniyle kitlesel olacağını. Her gün yüzlerce türün yok olmakta olduğunu ve bunun da aynen bir vücuttaki değişik fonksiyonlara sahip hücrelerin ölümleri anlamına geldiğini. Doğanın dengesinin artık pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve kırılma noktası gerçekleştikten sonra neler olacağını hiçbir biliminsanının kestiremediğini. Beklenenden hızlı gelişen erime nedeniyle artık geri dönülmez değişimlerin başlamasına 50 ay gibi bir süre olduğu. 50 ay!
Korkuyorum artık. Oğluma baktığımda onu neşeli neşeli oynarken gördüğümde bazen içimi panik sarıyor. Evet, onca ruhsal çalışmaya rağmen. Hayır,bunun gelecek neslin kaderi olduğunu düşünmüyorum. Aksine bu zamana kadar kontrol çabasıyla yaşadığımı düşünüyorum. Sorumsuzca yaşadığımızı düşünüyorum. Bunu da “ben her şeyin en iyisine layığım”, “her şey olacağına varır”, “artık teslim oldum”, “pozitif düşün” ya da “bunlardan daha önemli şeyler var şu an” diyek yaptığımızı düşünüyorum. Tıpkı Türkiye’deki birçok sorunla yüzleşmekten kaçıldığı gibi.
Kısaca lafı dolandırmada söyleyeyim. Bu konunun çözümü için gerçekten kafa yormayan, yaşamını, yaptığı işi ve tüketim alışkanlıklarını kökten sorgulamayan bir kimsenin yeterince ruhsal olduğunu artık düşünmüyorum. Bu da ahlaki bir yargı değil, kişisel bir gözlem.