En sevdiğim romanlardan biri olan Mülksüzler’in yazarı, Ursula K. Le Guin’in 1983’de bir üniversite mezuniyet töreninde yaptığı konuşma metinini bugün bir dostum sayesinde gördüm ve şimdiye kadar okumamış olmama hem üzüldüm hem sevindim. Sevincim; onun gibi hissettiğimi ve bir ‘yerli’ olarak yaşamaya duyduğum özlemi ve giderek öyle yaşamaya başladığımı, sözlerini okumadan farketmek oldu. Bu aynı zamanda, Ursula K. Le Guin’in varolan gerçekleri ne kadar ustalıkla konuştuğunu görmemi de sağlıyor. Sözlerini kadınca okudum, duydum. Kalbimle! Heyecanımdan ve yazıyı bugün, şimdi, burada, 8 Mart’ta paylaşmak istediğimden, İngilizce karakterlerle yazılmış -okuduğum- çeviri metninin harflerini düzeltmek için vakit kaybetmek istemedim.
Bu Türkçe çeviriyi yapan kişiye de teşekkür ederim. Ursula K. Le Guin web sitesinde söz konusu yazının dilendiği gibi alıntılanabileceğini belirtmiş ve eğer kaynağı da gösterilirse memnun olacağını. İngilizce orijinal metine buradan ulaşabilirsiniz.
‘Bir Diploma Toreni icin Ters bir Konusma
-Ursula K. Le Guin’in 1983′te Mills Koleji mezuniyet toreninde yaptigi konusma . Yazarin Dancing at The Edge of the World kitabindan Ali Tamur tarafindan cevrilmistir-
Mills Koleji idaresine bana sık sık elde edemedigim, bir topluluk onunde kadinlarin diliyle konusma sansini verdigi icin tesekkur ederim.
Mezunlar arasinda erkeklerin oldugunu biliyorum ve onlari dislama gibi bir niyetim yok, tam tersine. Bir Eski Yunan trajedisi vardir, Yunanli yabanciya “Yunanca bilmiyorsan basini salla, anlayayim bilmedigini” der. Yine de, mezuniyet torenlerinde tum mezunlarin erkek oldugu veya olmasi gerektigi on kabulu yapiliyor. 12. yuzyildan kalma, erkeklerin ustunde harika gorunen, bizi ise bir mantara veya hamile bir leylege benzeten cuppeler giyiyor olmamiz da bu yuzden: tum entellektuel geleneklerimiz erkeklere mahsus. Halk onunde halkin diliyle, klan veya ulusun diliyle konusulur, bizim klanimizin dili de erkek dili. Tabii, kadinlar da bu dili ogrenebilir, aptal degiliz ne de olsa. Soylediklerine bakarak Margaret Thatcher’i Ronald Reegan’dan, Indira Gandhi’yi General Somoza’dan ayird edebiliyorsaniz bana da anlatin. Bu dunya erkeklere ait, ve erkeklerin dilini konusuyor. Sozcukleri guce yonelik, guc ile ilgili sozcukler. Uzun bir yoldan geliyoruz, ama hic bir yol yeterince uzun degil. Kendinizi satarak bile oraya ulasamazsiniz, cunku orasi da onlara ait, size degil.
Belki guc hakkinda, hayat mucadelesi hakkinda yeterince soz isittik. Belki biraz da zayiflik sozcuklerine ihtiyacimiz var. Simdi, bu fildisi kuleden gercek dunyaya karismanizi ve orada zaferlerle dolu bir kariyer yapmanizi dilemek, veya kocaniza yardim etmenizi ve ulkemizi korumanizi, guclendirmenizi ve her atildiginiz iste basaridan basariya kosmanizi dilemek yerine bir kadin gibi konussam ne olur acaba? Dediklerim hos gorunmeyecek, kulaklarinizi tirmalayacak. Mesela cocuk istiyorsaniz, cocuklariniz olmasini diliyorum. Suruyle degil, iki tane. Cocuklarinizin guzel olmasini diliyorum. Sizin ve onlarin ac kalmamanizi, sicak ve temiz bir yuvanizin olmasini, arkadaslarinizin olmasini, ve sevdiginiz bir isinizin olmasini diliyorum. Bu kadar mi? Biz universiteye bunun icin mi gittik yani? Basaridan bahsetmedin.
Basari, bir baskasinin basarisizligi anlamina geliyor. Basari, duslemeye devam edebilecegimiz bir Amerikan Ruyasi sadece, bir cok yerlerde, ve bu arada ulkemizde milyonlarca insan korkunc bir yoksulluk gercegiyle yasiyorlar. Hayir, size basari dilemiyorum. Basari hakkinda konusmak bile istemiyorum. Konusmak istedigim konu basarisizlik.
Sadece insan oldugunuz icin basarisizlikla tanisacaksiniz. Hayal kirikliklari, adaletsizlik, ihanete ugrama ve yerine konmayacak kayiplarla karsilasacaksiniz. Guclu oldugunuzu sanirken zayif oldugunuzu ogreneceksiniz. Mulk edinmeye calisacaksiniz ve mulkleriniz size sahip olacak. Kendinizi, bu gune kadar da bunu yasamis olmalisiniz, karanlikta, yalniz ve korkuyor bulacaksiniz.
Sizin icin temennim, kardeslerim, ogullarim, kizlarim, orada, o karanlik yerde yasaminizi surdurebilmenizdir. Basariya tapan akilci uygarligimizin inkar ettigi, yasamin olamayacagi bir surgun yeri olarak gordugu o yabanci topraklarda yasayabilmenizdir.
Biz, su anda da yabanciyiz. Kadinlar, kadin olarak kaldiklari surece, erkek egemen dusunceyle olusturulmus bu toplumdan, insanin insanoglu diye adlandirildigi, tanrinin erkeklerin diliyle konustugu, tek gidilebilecek yonun ileri, daima ileri oldugu bu toplumdan zaten buyuk olcude dislanmis durumdalar. Bu onlarin ulkesi, biz kendimizinkine bakalim. Cinsellikten bahsetmiyorum, cinsellik kadin olsun, erkek olsun herkesin kendi ayaklarinin ustunde durabilmesi gereken bir alan. Dunyadan, erkeklerin rekabete dayali, saldirganlik, otorite ve guc ustune kurulmus dunyasindan bahsediyorum. Eger orada kadin olarak yasayabilmek istiyorsak bir miktar ayrimcilik yapmaya zorlanmis durumdayiz, Mills koleji de boyle bir ayrimciligin maddelesmis bir hali zaten. Savas oyunlarinin dunyasi bizim tarafimizdan veya bizim icin kurulmadi, orada savas maskeleri takmadan soluk almamiz bile mumkun degil. Ve bir kere savas maskesini taktiktan sonra cikartmak cok zordur. Bundan sonraki yasantimizda, yasamimizi, kolejdeyken bir miktar yapabildigimiz gibi, kendi degerlerimize gore yonlendirebilmemiz nasil mumkun olabilir peki? Erkekler ve erkeklerin guc hiyerarsisi icin calisarak degil, bu onlarin oyunu. Erkeklere ve erkeklerin guc hiyerarsisine karsi mucadele ederek de degil, bu oyunu onlarin kuralariyla oynamak olur. Ama, bizim yanimizda olan erkeklerle beraber, bizim oyunumuz bu iste. Universite bitirmis ozgur bir kadin neden hayatini maco erkeklere hizmet ederek, veya onlarla kavga ederek gecirsin? Neden hayatini onlarin terimleriyle yasasin?
Maco erkek bizim terimlerimizden, akilci, olumlu ve rekabete dayali olmayan terimlerimizden korkuyor. Onlardan tiksinmemizi, onlari inkar etmemizi istedi bizden. Toplumumuzda kadinlar yasadi, ve yasadiklari icin onlardan tiksinti duyuldu. Hayatin kocaman bir bolumunden, caresizlikten, zayifliktan, hastaliktan, rasyonel olmayan bolumunden tiksinti duyuldu; golgede, derinde, hayatin derinliklerinde duran, pasif, bulanik, kontrol edilemeyen, icgudusel ve kirli bolumunden. Iste bize ait olan bu bolumdur, cengaverlerin inkar ettigi ve ustlenmedigi bolum; biz kadinlara ve bize katilmaya hazir olan erkeklere. Doktor olamayan sadece hemsire olabilen, cengaver olamayan sadece sivil memur olan, serif olamayan sadece kizilderili olabilen bizlere. Ulkemiz burasi iste, gece. Bir de isil isil bir gunduzumuz de var elbette, yaylalar ve ekili parlak cayirlarla dolu olan. Ama oraya henuz ulasmis degiliz, sadece onculerin hikayeleri var elimizde oraya ait. Ve oraya asla macolari takip ederek ulasamayacagiz. Oraya sadece, kendi yolumuzu cizerek, kendi ulkemizden, kendi karanligimizi yasayarak ulasabiliriz.
Sizin icin umidim kardeslerim, ulkemizde mahkumlar olarak, kadin olmaktan utanarak, sosyal sistemin psikopatligi icinde ezilerek degil yerliler olarak yasamanizdir. Orasini yuvaniz olarak bellemeniz, kendi kendinizin efendisi olmanizdir, kendinize ait bir odaniz olmasidir. Orada, sanat mi, bilim mi, isletme mi, yerleri supurmek mi, hangi konuda iyiyseniz onu yapmaniz ve kadin oldugunuz icin ikinci sinif is cikarttiginizi soyleyenlere cehenneme kadar yollari oldugunu soylemenizdir; isiniz icin erkeklerle esit ucret almanizdir. Ne hukmetme ne de hukmedilme ihtiyaci duymamanizdir. Hicbir zaman kurban gitmemeniz, ama ayni zamanda hicbir zaman baskalari uzerinde guce sahip olmamanizdir. Basarisizlikla karsilastiginizda, yenildiginizde, aci cektiginizde karanligin bizim ulkemiz oldugunu hatirlamanizdir, savaslarin ve zaferlerin olmadigi ama gelecegi icinde tasiyan karanligin. Koklerimiz yerin derinliklerinde, dunya bizim ulkemiz. Kutsanma umudumuz yukarilarda degil, yeryuzunde ve asagilarda yatiyor. Casus uydular ve fuzelerle dolu gokyuzunde degil. Gozleri kamastiran isikta degil, ruhumuzu besleyen, bize insan ruhu veren karanlikta.
Ursula K. Le Guin’