Gezi hareketinin başladığı 31 Mayıs günü Düsseldorf’daydım. Olayın önemi Facebook’da ve Twitter’da gün içinde belirmeye başlamıştı. Tabii ki ilk yaptığım Türkiye’deki belli başlı gazete ve televizyonlarda konu ile ilgili doğru düzgün bir bilgi aramak oldu. Ama yoktu.
Akşam Almanya’da ana haber bültenlerindeki ilk haberin bu olduğunu görmek ve karşılığında ülkemin ana akım medyasının sessiz olması, çoğu insan gibi bende de bir şok etkisi yarattı. Ve medya günlerce bu halini korudu. Bu ilk defa olmuyordu, ama çoğumuz ilk defa ana akım medyanın ulaştığı olumsuz boyutları bu kadar net gördük. Biz de yıllarca bilinçsizce yaptığımız seçimlerle farkında olmadan buna destek olmuştuk.
Türkiye’deki Gezi Parkı ve beraberindeki direniş Dünya’yı birçok boyutta etkilerken, eş zamanlı ezber bozucu bir olay daha gelişiyordu. 29 yaşındaki Edward Snowden’ın basına sızdırdığı, Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) yıllardır Dünya’da önemli miktarlarda telefon görüşmesini ve internet üzerindeki haberleşmeyi kaydettiği bilgisi, kimsenin artık özel yaşam denen bir şeyinin kalmadığını gözler önüne serdi. ABD gizli servisinin bu yaptığı bir insan hakları ihlali. Bunca bilgi niye toplanıyor ve onlarla ne yapılıyor ya da yapılacak?
Gelelim çok hızlı yaşamanın getirdiği kolaycılıkla, ‘hemencecik’, ‘anında’ ve ‘çabucak’, ‘daha ucuza’ sözlerinin bizim için en etkili pazarlama kelimeleri haline gelmesi ve bu doğrultuda verdiğimiz mikro kararların zaman içinde birikip bize örneğin, sessiz veya yanlı medya ya da NSA benzeri şekillerde geri dönmesine. Bu doğrultuda son zamanlarda kafamı kurcalayan konu, Kindle ve benzeri e-kitaplar için geliştirilmiş elektronik aletlerin bize sunulduğu gibi gerçekten birer özgürlük olup olmadığı.
Kindle kullanma kararımın en önemli nedeni gereksiz kağıt israfını önlemekti. (Şimdi üzerinde yeterinde çalışılırsa çevreye zarar vermeyen basım çözümleri bulunabileceğine inanıyorum.) Diğerleri ise; bir kitap okumak istediğimde ‘hemen’ bulup, ‘çabucak’ indirebilmek, onlarca kitabı ‘kolayca’ yanımda taşıyabilmek ve ‘daha ucuza’ satın alabilmekti. Benim gibi böyle sayıları giderek artan, milyonlarca insan var.
Kindle ile ilgili kafamda soru işareti aninden aletin köşesinde ‘bölümü bitirmenize 8 dakika, kitabı bitirmenize 5 saat 23 dakika var’ uyarısını görünce oluştu. Gördüm ki, okuma hızımın istatistiğini tutuyordu. Üstelik sadece onu da değil, nerede okumayı bıraktığımı, nerelerde hızlandığımı, nerelerin altını çizdiğimi, üzerine hangi notları aldığımı, hangi kitapları okumayı seçtiğimi, hangilerini okumadan yarıda bıraktığımı ve daha bilmediğim birçok şeyin istatistiğini tutuyordu. Sadece benim de değil, milyonlarca insanın.
Ayrıca satın aldığım kitapları istediğimde başkasına ödünç veremiyorum, bilgisayarıma kaydedemiyorum. Hepsi Amazon’un veri bankasında ve o yok olurca kitaplarım da yok olacak günün birinde. Böylelikle çocuğuma kitap bırakamayacağım ve hatta o kitapların bir zamanlar var olduğundan haberi bile olmayacak belki de.
Kızılderililer insan bir davranışta bulunurken bunun yedi nesil sonrasına etkilerini göz önüne almalı der. Kolayca kitap satın almamın ve üzerimde taşıyabilmemin bedeli gelecekte düşüncelerin e-kitaplar aracılığıyla, tıpkı bugün ana akım medyayla yapıldığı gibi yönlendirilmeye çalışılması olabilir miydi? Gelecekte, tutulan bu istatistiklere göre kitap yayınlanabilirdi. Kitaplarda ne yazılıp yazılmayacağı küresel olarak yönlendirilebilir, hatta içindeki öğeler anlık değiştirilebilir, silinebilirdi. Son olaylara bakılırsa, böyle olasılıklar var ve ürkütüyor insanı.
Bazen görüyorum ki, bizlerin bugün yaptığı basit görünen, üzerinde yeterince kafa yormadığımız, kolaycı seçimler gelecek neslin hayati özgürlüklerini ellerinden bile alabilir. Çok, ama çok ciddi konular bunlar. Üzerlerinde düşünmeli, tartışmalıyız.