Durmak

İki gün önce bir aile dostumuzu kaybettiğimizin haberi geldi. Bıraktığı ani ve yeri kolay kolay dolmayacak boşluk, bizlerde çok derin bir üzüntü yarattı. Hem genç, hem de ruhu pırıl pırıl aydınlık olan bir insandı.

Kendimi duygusal olarak oldukça yorgun hissediyorum bugünlerde. Tek tesellim şu an doğanın çok cömert davrandığı bir yerde olmamız. Biraz şifa bulmak için kendimi doğanın kollarına bıraktım ve ondan gereken rehberliği almama izin verdim.

Bugün eşim ve ben, iki arkadaşımızla beraber gün doğmadan başladık güne. Milyonlarca yıldır tekrarlanan, fakat artık dünyada devamlılığı tehlikeye düşmüş bir ritüele tanıklık etmek amacıyla sabah serinliğinde yavaş yavaş sahile yürüdük. Bize eşlik eden güneşin doğuşu muhteşemdi.

Sahile ulaştığımızda, denizin kıyısında toplanmış bir kalabalık gözümüze ilişti. Yörenin çevre koruma kooperatifinde görevli olan arkadaşımız muhtemelen bunun, yumurtadan yeni çıkmış ve denize ulaşmaya çalışan deniz kaplumbağalarını izlemek için olduğunu söyledi. İçimde sevinç ve kaygı aynı anda uyandı. Sevincim, bu muhteşem olayı görme şansını bu kadar kısa sürede yakaladığımızdandı. Kaygımsa; sahilde oluşmuş söz konusu kalabalığın, o sırada yaşamlarının en büyük sınavını veren mini minnacık Carretta Carretta’lar açısından biraz fazla gelmesindendi.

Yanlarına vardığımızda, kaplumbağaların başına toplanmış yerli/yabancı turistlerin yaşadıkları heyecan ve merak nedeniyle farklı farklı, hatta bazen ilginç davranışlar sergilediğini gördüm. Kimisi derin bir hayranlıkla sessizce izlerken, kimisi de paket programları içinde pazarlanmış ‘turistik’ bir olayı görmüş olmanın sıradan mutluluğunu yaşıyor görünüyordu. İkinci grup çok sesli konuşuyor, flaşla fotoğraflar çekiyor ve kaplumbağaların bakarak denizin yönünü belirlediği güneş ışınlarının önünde durup gölge ederek yollarını şaşırmalarına neden oluyorlardı. O an içimden bir öfke yükseldi. Elimden geldiğince sakince uyarılarda bulunmaya başladım. İçten içe ‘Peki benim burada ne işim var? Bana mı kaldı görevliler varken uyarıları yapmak?’ diye kendimi yargılarken gözüme denizin üstünde uçan ve zaman zaman ani dalışlar yapan martılar takılıdı. Belli ki deniz yüzünde hava almaya çalışan minik kaplumbağaları avlama çabasındaydılar. Martılar hem karınlarını doyurmaya, hem de doğal dengenin parçası olarak kaplumbağa neslinin dengesiz ölçüde artmaması için binlerce yıldır süregelen görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Fakat artık bu dengede çok önemli bir sorun oluşmuştu. Biz insanlar, 110 milyon yıllık deniz kaplumbağası neslinin devamını, avcılık, sorumsuz turizm, çevre kirliliği ve birçok başka neden dolayısıyla yarattığımız olumsuzluklar sonucu tehlikeye atmıştık. Birden fark ettim ki, aslında şu an ben de martılar kadar doğal davranıyordum. Kaplumbağaların denize ulaşmasını önleyecek her türlü davranışa karşı içimden yükselen tepki ve beraberinde çevreme yaptığım uyarılar doğaldı. Farkında olmayarak bugüne kadar zarar verdiğim doğanın, dengeyi tekrar bulabilmek için acilen vermemi beklediği insani tepkiyi veriyordum. Tabii ki sadece bunu yapan ben değildim. Kocam ve birçok kişi de içinden gelen benzer tepkileri gösteriyordu. Bir süre sonra izleyici grubunda kaplumbağaların daha rahat denize ulaşmaları için gereken sözsüz kurallar oluştu ve herkes sessiz bir şekilde Carretta Carretta’ların milyonlarca yıllık birikim sonucu oluşturdukları bilgeliklerini sergilediği denize ulaşma mücadelelerini izlemeye odaklandı. Birçok kişi bu süreçten bir şeyler öğrendi eminim. Ben de bu dönem doğadan ihtiyacım olan şu tavsiyeyi aldım:

Minik deniz kaplumbağalarını denize koşarken birçok tehlike bekliyor. Yollarını kaybetmek, yolda avlanmak veya sürecin uzun sürmesi sonucu denize ulaşamadan kuruma riski nedeniyle saniyeler bile çok önemli onlar için. Tabii ki yolda karşılarına, onların boyutlarıyla kıyaslanırsa bazen dağ gibi taşlar ya da bir anda ters dönmek gibi aşmak için çok yoğun çaba isteyen engeller de çıkıyor. Gördüm ki, böyle durumlarda sürekli çabalamak yerine bir süreliğine duruyorlardı. Bu öyle derin bir hareketsizlikki, çok sefer artık yaşamadıklarını zannettiğim bile oldu. Ama sonra birden denilebilecek bir canlanmayla, çabalarken yapamadıklarını dinlenerek topladıkları enerji sonucu bir anda yapıverip yollarına devam ediyorlardı. Bu zorlu sürecin sonucunda denizle buluşup, gözden kaybolduklarında bana da şunu söylemiş oldular.

‘Neyi hedeflersen hedefle, ölüm-kalım savaşı içinde bile olsan, yorulduğunda dinlenmeyi bilmek en önemli yaşamsal becerilerden biridir.’