Yeni evimizin bulunduğu noktadan Ankara’nın bozkırları görünüyor. Sonsuz görünen bir gökyüzüyle buluşuyorlar. Saatler içinde hava koşulları değişiyor ve tepelerin üzerinden şekil şekil bulutlar geçiyor, gün dönüyor. Sarı, kırmızı, mavi, mor… Bozkırlar tüm olanları birer ayna gibi yansıtıyorlar üzerlerinde. Bu muhteşem sanat karşısında gözlerim, ruhum bir şenlik hissiyle doluyor. Yaşama karşı içimden çağıl çağıl şükür taşıyor. Bir aşıklar cenneti olmuş bu topraklar. Binlece yıl atalarım da benzer hisleri yaşamış olabilir mi bu tepelerden yeryüzüne baktıklarında?
Sonra, tüm bu güzelliği açgözlülükleri ve çirkinlikleri ile kapatmaya hazır ve sadece kendileri sahiplenmek isteyen etrafa saçılmış yüksek yüksek binaları ve onların yenilerini oluşturacak vinçleri gördükçe boğazıma bir ağırlık çöküyor. Bu bozkırlar tıpkı gökyüzünün tüm güzelliklerini koşulsuzca yansıttıkları gibi, bizi de bizlere yansıtıyor olabilirler mi? Peki biz nasılız? O yüksek binalar kadar çirkinleşmiş olamayız değil mi?