Bostan

İçimde akan kelimeler son bir ay kesildi. Soma’da meydana gelen facia ve sonrasındaki içler acısı politik manzara karşısında bloga yazma isteği bir türlü oluşmadı. Zihnim sustukça, ellerim konuştu. Bahçede çalıştım, atölyede çalıştım.

Geçen Cuma günü de, sabah her zamanki gibi yeni oluşturduğum bostana baktım. Çok deneyimsiz bir şekilde başladığım için, bir iki tohumu fideye çevirebilmiş olmak bende inanılmaz bir mutluluk yaratıyor. Biraz da hayal kurdum. Seneye daha iyi olur dedim, çünkü biraz daha deneyimli olacağım.

Akşam üzeri kahvemi alıp bloğa bir şeyler yazmak üzere masaya oturdum. Biraz bu bostan tecrübemden de bahsedecektim ki, uzaktan gelen gökgürültüleri dikkatimi çekti. Aralarında iki saniye bile boşluk yoktu ve aniden bir fırtınanın geliyor olduğunu sezdim. Fırtına???

Aşağı koşarak indim. Hemen pencereleri, kapıları kapattık ve yaklaşan ağır havayı beklemeye başladık. ‘O kadar kötü olamaz’ dedim kendi kendime, ama atalarımdan miras kalan sezgilerim bunun şiddetli olacağını fısıldıyordu ve de öyle oldu. Evimiz tepede olduğu için zorlu havayı olanca gücüyle hissetmeye başladık. Rüzgardan ve yağan şiddetli yağmurdan camlar sallanıyordu. İçimde giderek bir dehşet duygusu oluştu, ama sadece bu şiddetli rüzgarla ilgili değildi. O dehşet, iklim değişimi denen şeyin hiç şakası olmadığını yeterince anladığını zanneden beynime, hiç beklemediğim bir anda ve hiç hayal etmediğim bir olay sonucu tüm hücrelerimin de katılmasıydı. Tehlikenin boyutunu bedenimle ilk defa bu kadar derinden idrak ediyordum. Yakın bir gelecekte işte bu havalar normal olacaktı. Korkmuş ve sakinleştirilmeyi bekleyen çocuğuma yatıştırıcı bir şeyler söylemeye çalışırken, aslında hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim ve başını okşamaya çalışan ellerimin titremesini durduramadım.

Her şey bittiğinde bahçeye çıktım. Kaç aydır emek verdiğim bostan darmadağın olmuştu. Ona bakarken, tarım denen şeyin de sonunun gelmekte olduğunu beynimden sonra tüm hücrelerim idrak etti. Aslında insanlık olarak sonumuz yavaş yavaş geliyordu.

Bu noktada durabilmek ne zor. Bu bilgiyi ve nicesini içte sindirebilmek ne zor. Onunla yaşamak ne zor. Neredeyse hiç değişmeyen düzene ve insanlara bakıp, ümidi canlı tutmak ne zor. Çünkü işte burada başlıyor esas iş. Rüzgarın bir gün yine yerle bir edebileceğini bilip umudu yine ekmek, yine ekmek, yine ekmek… Rüzgara küsmeden, kendine küsmeden… Çünkü artık küsmek için de vakit kalmadı…