Her yazmaya başladığımda harflerin bilgisayara düşüşü planlığımdan daha farklı bir rota alıyor. O yüzden her oturduğumda bakalım şimdi ne yazacağım diye merak etmeye başladım. Şu an Death Can Dance grubunu (Ölü Dans Edebilir ya da Ölüm Dans Edebilir diye çevrilebilir) dinliyorum. Grubu tanımayan bazı kişilere bu isim korkutucu heavy metal bir müziği çağrıştırabilir, ama değil. Etnik, derin, zamansız ve kaliteli bir müzik yapıyorlar. Dinlemesi çok zevkli ancak kolay değil, çünkü müzikleri ‘ölmeden önce ölmek’le yani nefsden, egodan ya da ismine ne derseniz deyin benliğin sınırlarından özgürleşme fikriyle insanı temas ettiriyor. Ben ancak ölmeden önce ölmüş kişilerin yaşamla gerçek anlamda dans edebileceğini düşünüyorum.
Dinlemekte olduğum grubun isminin çok farklı düzeydeki bakış açılarıyla, farklı farklı yorumlanabileceği durumu çağımızın en önemli gerçeklerinden birini de yansıtıyor aslında. Tek bir dünyanın değil, algılayış farklılıkları nedeniyle birçok dünyanın olduğu gerçeğini. İlginizi çekiyorsa, Ken Wilber, Her Şeyin Teorisi (A Brief History of Everything) isimli kitabında bu konuyu karmaşık olmasına rağmen inanılmaz bir basitlikle açıklıyor. Her bakışı yani bilinç düzeyini eşit değerde tutmuyor Ken Wilber (burada bilinçten eğitim düzeyi kastedilmiyor, bu görüşe göre çok eğitimli insanlar da düşük bilinç düzeyine sahip olabilirler). Düşüncesinin devamı olarak, çağın en büyük krizlerinden birinin, aynı toplum içinde veya farklı toplumlar arasında oluşan bilinç uçurumları olacağını söylüyor. Çünkü bu derin bilinç farklılıkları, üst bilince ait kültürlerin ve sistemlerin daha az gelişmiş bilinç toplulukları tarafından kolaylıkla suistimal edilme tehlikesini de beraberinde getiriyor. Bu durumda gelişen teknoloji, finans, bilim, demokrasi gibi genelin faydasına ve daha üst düzey bilinç düzeyleriyle işletilmesi gereken sistemler, kolaylıkla ırkçı, ayrımcı, zorba, yozlaşmış, fırsatçı veya bağnaz alt düzey bilinçlerin daha kolay ilerlemeleri için birer araç haline gelebiliyor. Böyle zihniyetler sıklıkla demokrasiyi gereken gücü elde etmek için tüm nimetlerinden faydalanılacak ve amaca ulaşıldığında terkedilecek bir vasıta olarak kullanıyor.
İnsanın bilinç düzeyi yükseldikçe dünyayı algılayışı da daha derinleşiyor ve benliğinin sınırları da genişliyor. Sen-ben, din, mezhep, ırk, cinsiyet gibi ayrımlar kayboluyor ve toplumda ayrıştırıcı değil birleştirici bir güç olmaya başlıyor. Daha da üst düzeylere çıktıkça doğa da artık kişiden ayrı bir şey olarak görülmüyor. Bir ağaç, bir nehir, bir kuş ve hatta bir böcekle, toprakla derin bir bağ hissediliyor. Kişi kendi esenliğinin onlardan ayrı olmadığının derin kavrayışı içinde oluyor ve hem kendi hem de bütünün esenliği için çaba göstermek artık kişinin ‘doğal’ davranışı ve oluşu haline geliyor. Derin ekoloji anlayışı kapsamında da bu durum ekolojik benlik (ecological self) olarak adlandırılıyor. Yani kişinin kısıtlı bireysel benlik anlayışının bütüne doğru genişlemesi sonucu çabasız oluşan güçlü evrensel ahlak ve iyilik hali. Kısaca eko-benliğe sahip birey iyi ve ahlaklı olmaya ‘uğraşmıyor’, oluyor ve bu oluş hali kişinin tüm davranışlarına, iş yapışına, hayat seçimlerine yansıyor. Ancak benliğin bu genişleme ve birlik anlayışına doğru seyri çoğu yeni dalga ruhsal akımların pompaladığı kadar her zaman pozitifliklerle dolu bir süreç değil. Hatta bu sürekli pozitif ve mutlu olma takıntısı bu sürecin en büyük engellerinden biri.
Bu açıdan bakarsak çağımızın önemli bir diğer sorunu da liderlik aslında ve gerek politika gerek de iş dünyasında maddi, manevi açıdan birçok insanın hayatını derinden etkileme gücüne sahip yöneticilik pozisyonlarının (eğitimli ya da eğitimsiz) alt düzey bilinç taşıyan kişiler tarafından doldurulmuş olması. Bu kriz hiyerarşi basamaklarıyla liderliği bütünleştirme anlayışımızı da içeriyor bence ve yıllardır liderlik geliştirme konusunda çalışan biri olarak bunu en azından kendi yaşamında aşmaya niyetlendiğimi söyleyebilirim. Bazen rol modelimin Matrix filmindeki kahin karakteri olduğundan şüpheleniyorum. Onun filmde beklenenin dışında bir yerde, sıradan bir ev mutfağında bulunması ve kurabiye pişiriyor olması bana ilk izlediğim andan beri çok ilham vermiştir. Bu durum bana Yunus Emre’nin yıllarca odun taşımasını da çağrıştırıyor ve farkındalıkla yapılan her davranışın, işin kişinin kendisini ve diğerlerini dönüştürme gücünü. Henüz o noktalara erişmediğim çok açık, daha çok yolumun olduğu da, fakat o yola girdiğimi gösteren işaretlere karşı da artık gözümü eskisi gibi kapatmıyorum. Bu yol eğer evliyseniz (ya da biriyle beraberseniz) ve beraberliğinizin sürmesini istiyorsanız, tek başına yürünecek bir yol değil. Eşinizin de benzer bir arzuyu içinde taşımasını gerektiriyor. Ancak benzer arzu, hayatta benzer davranışlar ve seçimler anlamına gelmiyormuş. Biz beyimle bunu öğrenme sürecindeyiz.
Konuyu nereye bağlayacağım? Bu düşünceler ve alışveriş merkezlerini artık hiç sevmemem, hayatta ve özellikle iş hayatında benden farklı seçimleri olan, ancak benim gibi kitaplarının yıpranmasından hoşlanmayan ve aynı yolun yolcusu olduğunu bildiğim kocama doğum günü hediyesi olarak, içinden acısıyla tatlısıyla geçtiğimiz bu olgunlaşma sürecini çağrıştıran bir çanta yapmama vesile oldu. Kumaş olarak da dünyanın en eski kumaşlarından biri olduğu için bana zamansızlığı çağrıştıran keçeyi seçtim. Rengini gri seçmemin sebebi ise dünyamızın içinde olduğu zor ve belirsizlik içeren dönemi çağrıştırması oldu. Astarı kocamın en sevdiği renk turuncu. Baktığımda yaratıcılığı, enerjiyi ve bu zor koşulların içinde barındırdığı fırsatları düşündürüyor. Çantanın üzerindeki, minik bir bireysel nokta iken bilinç anlamında dalga dalga genişleyerek eko benliğe adım adım yaklaşmayı anlattığını düşündüğüm şekli yapmak için kullandığım kalıp ise ufak bir sır, ama tabii ki sizden saklamayıp paylaşacağım. Hani, kavanozlara turşular taşmasın diye kullanılan plastik parçası var ya o. Bunu söylemekle, çantanın anlattığım o tüm teorik karizmasını çizdim sanırım şimdi:) ya da kocamın düşüncesiyle aslında tam da anlatmaya çalıştığım durumu yansıttım yani başka bir bakışla baktığında bir turşu plastiğinde sanat görebilmeyi. Bilemedim. Neyse, önemli olan beyimin sonuçta hediyesini çok beğenmiş olması.