6

Nar Tanesi

Benim ilk eylem araştırmam zaman üzerineydi. 2010’nun sonlarında yapmıştım. Münih’te yaşıyordum ve henüz çocuğum yoktu.

Araştırmamın sonunda yazdığım ‘Zaman: Hıza karşılık Anlam’ ismini verdiğim İngilizce rapor şöyle başlıyordu.

‘Bence hayatta etkin olarak tanımlanacak bir insanım. Genelde işleri ertelemem. Planlamada iyiyimdir ve çoğu zaman planlarımın arkasında, riskleri de mümkün olduğunca gözönüne aldığım bir strateji bulunur. Mutlu bir evliliğe ve sağlam şekilde ilerlediğim bir kariyere sahibim. Düzenli olarak spor yapıyorum ve sağlıklı beslenmeye çalışıyorum. Oldukça sık mevcut gündem ve trendler konusunda bilgileniyorum. Sosyal olarak aktifim. Yeni şeyleri öğrenmeyi ve denemeyi seviyorum. AMA aynı zamanda yıllardır artan bir zaman kıtlığı ile çaresizce başetmeye çalışıyorum. Yirmi dört saat kesinlikle yetmiyor ve hayatımın hızı her geçen gün daha da artıyor…. Görüşlerini önemsediğim insanların düşüncesine göre yaşamımda tutarlı ve başarılı bir gelişim sürecim var. Oysa ben tam aksi hislere sahibim. Her gün yapılacaklar listem uzadıkça uzuyor, planlanması gereken şeyler arttıkça artıyor, verimli olmak çok çok daha önemli hale geliyor. Sonunda kendimi her yeni bir sorumlulukla daha ve daha bunalmış hissediyorum. Son zamanlarda bir sürpriz olarak, yaşamda yapmak istediklerimi tamamlamadan ölmek gibi bir derin korku oluştu. Bu durum hızımı daha da arttırmama yol açtı. İşte bu benim için bir dönüm noktası oldu ve bu araştırmayı yapmamda da tetikleyici oldu. Çünkü aniden Jacob Needleman’ın, Time and The Soul kitabında tarif ettiği ‘hayatımı benim değil, hayatımın beni yaşadığı’  noktaya geldiğimi ve buna daha fazla devam edemeyeceğimi farkettim. Zaman içinde, zamanla ilgili sahip olduğum kalıpları merak etmeye başladım? Nasıl bu noktaya gelmiştim? Bu sıklıkla hissettiğim derin korkunun nedenleri neydi? Zaman benim için neden bu kadar hızlı akıyordu? Neden hep bir acele içindeydim? Neden eskisi kadar iyi odaklanamıyordum? Neden planlarım ve stratejilerim beni eskisi kadar iyi koruyamıyorlardı?…’

Bu araştırma ilk olması nedeniyle eylem araştırmasına ilişkin acemiliklerimi barındırmasının yanısıra, iyi ki yapmışım dediğim bir tecrübe oldu ve sonunda beni kalp atış hızımın yavaşladığı, kaslarımın gevşediği ve yaşamdaki birçok tercihimin değiştiği uzun bir sürece soktu. Adından da anlaşılacağı gibi araştırmamın sonunda yaşamımda hız ve anlam arasında bir tercih yapmam gerektiğini fark ettim ve ben anlamı seçtim. Sadece bende değil birçok kişide olan zamanın yetersizliği hissini (aslında temelde yetersizlik hissini) yaşatanın günümüzüm tüm ekonomi ve eğitim sistemlerine işlemiş kıtlık bilinci, mükemmeliyetçilik, kıyaslama olduğunun ve bunun farkına varamamanın insanı zamana karşı anlamsız ve eninde sonunda kaybedilecek bir mücadelenin içinde tutacağını fark etmem uzun sürmedi. Bu farkındalık sonucu yavaş yavaş kıyaslamayı ve gereksiz hırsları bıraktıkça aslında yaşamımda her şeyin yeteri kadar olduğunu ve benim de yeteri kadar iyi olduğumu gördüm.

Nasıl mı? Zaman baskısının üzerimde yarattığı stres kalktıkça daha fazla anda kalabilir oldum ve önümdeki şeylere daha fazla dikkat verebildim. Bu doğadaki bolluğun farkına varmama da yol açtı. Bir ağaçtaki sayısız yaprağı, bir nar meyvesindeki sayısız tohumu ‘görmeye’ başladım. Mevsimleri daha yakından izler oldum ve işleyen bu mükemmel düzene hayret ettim. Samimiyetle, bir çocuk gibi hayret ettim. Bir diğer hayretim de kendime ne kadar küçük bir dünya kurmuş olduğum ve o dünyada kendimi ve başarılarımı nasıl bir dev aynasında gördüğümdü. Çok güldüm kendime ve bundan da mutlu oldum. Çünkü kendine gülebilmek narsisizm artık yeni normal psikolojik durum haline geldiği bu dünyada benim için bulunmaz bir nimetti. Anladım ki, zamanın sonsuzluğunda ve evrenin bolluğunda ben bir kum tanesinden de küçüktüm ve kendimi gereksiz yere çok önemsiyordum. Abartı kişisel önem duygusundan giderek özgürleştikçe daha az gösteriş ve kendini ispatlama ihtiyacı duymaya başladığımı hissettim ve böylelikle yıllaaaardır görmediğim, çok özlemiş olduğum, hata yapmaktan, kendi olmaktan ve risk almaktan korkmayan, doğuştan yaratıcı, çocuk yanıma tekrar kavuştum. Zaman zaman eski alışkanlıklarıma döndüğüm de oluyor ama çok şükür uzun sürmüyor. Fakat ne yalan söyleyeyim, Türkiye’de yaşam kalitesi anlayışı daha dar olduğundan, bunun için İngiltere ya da Almanya’da olduğundan daha fazla emek vermem gerekiyor. Bunu da durumlara daha yaratıcı çözümler bulmak zorunda bıraktığı için bir fırsat olarak görmeye başladım son zamanlarda.

İşte bahsettiğim içimdeki o çocuk arkadaşımın yeni doğmuş ve evrende bir başka benzeri olmayan minik bebeğine, ufak bir hoş geldin hediyesi olarak, üzerinde doya doya oynasın, keyifle yeni dünyasını keşfetmeye başlasın diye yumuşacık bir oyun örtüsü ve oyuncak kesesi yaptı. Ayrıca, yaşamını yarış içinde değil, bolluk bilinci, mutluluk ve sınırsız yaratıcılıkla kendini gerçekleştirme yolunda geçirmesi dileğiyle, bereketin simgesi olan bir nar motifi de tasarladı, baskısını yaptı. Bunları yaparken de hiç acele etmedi. Tadını çıkararak, sevgiyle yaptı.

Hoş geldin annesinin, babasının, nar tanesi, nur tanesi ve evrenin bir tanesi! Bana varlığınla bunları düşünme, yazma ve yapma ilhamını verdiğin için de teşekkür ederim

Comments 6

  1. Post
    Author

    Yorumunuz için teşekkür ederim. Yazıyı tamamlamış yazdıklarınız. Kelebek sembolünü ben de çok severim. Bir başka şekile geçmek için bir önceki şekil
    de ölümü defalarca yaşar.

  2. Söylenecek pek söz kalmamış zaten ama zaman üzerine tespitlerinize katılmadan edemedim… Ölmek ve yeniden dirilmek metaforunun canlı örneği olmuşsunuz gerçekten. Dönüşüm zor bir süreç ve ironik bir şekilde zaman istiyor. Tırtıl ve kelebek metamorfozu ne kadar güzel bir örnek önümüzde… Tırtıl haftalarca bekler ve sonunda kelebek olduğunda tüm potansiyelini bir gune sigdirmak durumindadir. Zamanın ne kadar israfca kullaniyor doğa diyebilir miyiz? Doğa icin ne kadar zamanin gectiginin bir onemi yok, nasil gectiginin onemi var… Biz de doganin bir parcasi oldugumuza gore birakalim nar ciceklerimiz olgunlassin yavas yavas birer nara donussun. Tek bir cicekten sonsuz olasilik tanesi ciksin, tum evrenimizi kaplasin… Cok ufuk acici bir yazi, tesekkurler 🙂

  3. Post
    Author
  4. Post
    Author
  5. Hem tekiz hem hiçiz. Hem bir dünyayız hem bir kum tanesi. Ama buna varmak için önce kendi kendimizin bir tanesi olmalıyız sanırım. O zaman başkalarının nesi olduğumuzun bir önemi kalmaz. Eline sağlık, narın çok güzel bir baskısı olmuş

  6. Bazen, bitirir bitirmez tekrar okumak için sabırsızlandığım kitaplar olur. Hatta daha ilk sayfalarında anlar, “yeniden okumak için sabırsızlanma” keyfini de katarım, okuma keyfime.
    Şimdi, bu yazı da, yorumuma kavuşmak için 3. okuyuşumu bekledi sabırla.
    Hoşgelmiş nar tanesi. Gelmiş de beni çocukluğumun anılarına götürmüş. Bahçe merdivenlerine oturup, ağaçtan henüz koparılıp, nar ağacının dibinde duran taşla açılıp, çekirdekleri tükürülerek afiyetle nar yediğimiz zamanlara. Büyüyünce öğrendim ki, narın çekirdekleri de yenirmiş. Hatta, aralarındaki zarları, pek bir şifalı imiş.
    işte bu yüzden, büyüyüp de, içimizdeki o çocuğa kavuşabilmenin tadı bambaşka. Hem anıların, hem acıların kıymetini bilerek.

yeni1anlam için bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir