Fes Başıma, Fes Başıma…

Geçenlerde kocama ‘Galiba biraz içe dönük bir insan oldum artık.’ dedim, çünkü okumaktan, araştırmaktan, yazmaktan, çizmekten, bahçede ve yeni yeni şekil alan atölyemde çalışmaktan bugüne kadar yaptığım birçok işten daha fazla keyif alıyorum. Meğer bendeki bahsettiğim değişimleri farkeden kocam da bir ara aynı soruyu kendine sormuş, ama sonra başkalarıyla bir aradayken yine eskisi gibi sosyal davrandığımı gözleyince ‘her şeyin yolunda’ olduğuna karar vermiş.

İçe dönük davranışların neden insanları bu kadar endişelendirdiğini, günümüzün ‘sürekli temasta kal, nasıl olursa olsun aman hiç tek başına kalma’ kültüründe anlamak aslında hiç zor değil. Fakat ben şimdi ve burada; eskisinden daha fazla tek başına çalıştığımı ve bundan da çok çok keyif aldığımı belirtmek istiyorum. Eğer mutlu olmaya devam edeceksem de utanmadan, sıkılmadan bu ihtiyacımı sahiplenmeye ve kendimi ‘acaba bana neler oluyor’ sorgulamalarıyla daha fazla bunaltmamaya karar verdim.

Mesela sabah koşarken düşündüm; herkes sevmiyor bunu yapmayı diye. Aslında belki de bundan bile anlayabilirdim, ama sosyal bir alanda çalışmayı seçtiğimden sanırım bazen içe dönük davrandığımı kabullenmesi uzun sürdü. Kocam benden çok daha iyi koşsa da pek tercih etmez örneğin. Sıkıldığını söyler. O yıllarca takım sporu yapmış. Bense bayılıyorum tek başına ve kesinlikle açık havada koşmaya. Koşu bandı konusunu İstanbul’da yaşarken bir süre spor salonunda tecrübe etmişliğim var. Onu da hiç sevemedim bir türlü. Bu ve buna benzer birçok şeyi farkettikçe, bugüne kadar çok insanı çok iyi dinlemiş olduğumu ama kendimi yeterince dinlememiş olduğumu fark ediyorum.

Son yıllarda beklemediğim şeyleri, beklemediğim şekilde iyi yapar buldum kendimi. Bu bloğu açıncaya kadar hiç blog yazmayı düşünmemiştim mesela. Bir gece uyumadan önce aniden ilhamı geldi, sabahında açtım ve şu an burada, beraberiz. İlginç biçimde Türkçe bilmeyen birçok okuyanı da var. Şimdi de çizim, baskı, dikiş ve onun beraberinde içimden gelen bazı tasarımlar ortaya çıkıyor. Üstelik bunlar sadece benim değil görenlerin de çok hoşuna gidiyor, kendileri için isteyenler bile oluyor ve bu durum hem mutlu ediyor hem de şaşırtıyor. Bir yandan da mimar babadan ve doktorluğunun yanında ressam da olan dededen böyle bir yeteneğin geçmemiş olması aslında şaşırtıcı olmaz mıydı diyorum. El becerim çocukluktan fark edilmişken neden bu kadar geç kendime izin verdiğime de kızıyorum biraz. Bu da kendimi yeterince derin dinlememiş olmaktan. Aynı zamanda geçmişte  dinlememem gereken çok şeyi dinlemiş de olabilirim.

Dün sabah, bazı konularda beraber çalıştığımız yakın arkadaşımla yaptığımız haftalık görüşmede, şöyle bir soru sorarken buldum: ‘Sence yeni yaptığım işleri bloğa çok fazla koymasam mı? Çok başlangıç düzeyindeler.’ Arkasından bu sorum ona da, bana da pek saçma geldi. Tabii ki her şeyin bir başlangıç noktası olacaktı. Peki, ben bunları niye yapıyorum? Bu konuda bir takım fikirlerim var, ama esas nedenini hala tam olarak bildiğimden emin değilim ve sanırım bu duruma da yaratıcılık deniyor.

Dinlemek ve başlangıç düzeyi dedim de, bir de bu yazının sonunda maalesef başarısızlıkla sonuçlanan oğluma şapka yapma deneyimimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Fazla büyük yapmışım, öyle ki, onun değil benim kafama oldu ve o da tam olmadı. Ben de bu şapkayı, kendi gerçek doğamı keşfetmemin önünde engel olarak duran, ne yapmam gerektiğine ilişkin kalıplaşmış düşünceler(im)den zihnimi koruyan bir kalkan oluşturma niyetiyle kafama taktım:) Şapka kafamda biraz şekilsiz dursa da, bilirim evrende niyetler şekillerden daha önemlidir.