İşte yine aynısı oldu. Sabah kalktım ve aniden içime bir araya getirmem ve yazmam için bir dolu kavram yığıldı. Ben onlara bakınca birlikte çok anlamlı geliyorlar, ama gel gör ki sözlere dökmeye kalktığımda kalbim bazen hızla çarpıyor, çünkü düşüncelerimle içsel olarak gördüğüm manzaranın hızına yetişemiyorum. Çok güçlü bir görüntü ve birkaç yıl önce okuduğum ‘Presence – Human Purpose and the Field of the Future’* kitabında sadelikle açıklanan şekilde, aslında ortaya çıkmak üzere hazırlananın sezgisiyle dolduğumu biliyorum. Demiştim açıklamam zor diye:)
Çok değişik zamanlara doğru gidiyoruz. Hiç sanıldığı gibi genel politikanın tartıştığı düzeyde sığ, insanı dinlerken bile dikkatini toplayamamasına yol açacak düzeyde sıkan, klişelerle dolu, basit felsefeli bir gelecek değil o, daha derin. Bazen içinde bulunduğumuz durumun karamsar haline bakan yanım bu sezgilerimi onaylamıyor, ama bu konudaki sezgilerim çok güçlü ne yapayım. Tabii güzelden ne anlaşıldığına bağlı. Ben güzelden, farkındalık, kavrayış ve tekâmül anlıyorum.
Ankara’ya ilk geldiğimde,şu yazımda bahsettiğim Anadolu Hikayeleri grubu çalışmasında bir seferinde Şahmeran masalını anlatmıştım. Tuhaf bir tecrübeydi. Masal dinlediğimde değil asıl anlattığımda beni derinden etkiledi ve o günden sonra da yılanlarla ilgili bu topraklarda yaşayan değişik bakış açıları dikkatimi çekmeye başladı. Katman üstüne, katman, katman, katman… İşte bu yüzden özellikle bu günlerde ortalıkta dolanan o düşünceler ve söylemler gerçekte sahip olduğumuz bu derin kültürün yanında basitleştirilmiş kitap özetleri gibi geliyorlar. Yani sıkıcılar.
Başka bir örnek; Ankara tarihi üzerine biraz daha gerilere doğru araştırma yapmaya başladığımda şu yazıda yazmış olduklarımın gerçekte bazı açılardan eksik olduğunu görmem olabilir. Evet doğa bakımından İngiltere’ye benzemiyordu ve bambaşka bitki örtüsüne, böceklere, hayvanlara ve olayların meydana gelmesinde farklı bir tarihsel sıralamaya ev sahipliği yapıyordu, bu da Anadolu’daki sanatı ve söylemi kesinlikle etkiliyor, başkalaştırıyordu.** Ama düşündüğümün aksine, doğup büyüdüğüm yerin Keltlerle büyük bir alakası vardı, sadece ben bunun yeterince farkında değildim. Ankara -o zamanki tabiriyle Ankyra- eskiden Kelt kökenli Galatlara başkentlik yapmıştı.*** Sonrasında bu kültürün şehre adını vermesi dahil bugünüme etkilerini yavaş yavaş görmeye başladım.
Son dönemde öğrendiklerimi, keşfettiklerimi anlat anlat bitiremem ve bana kalsa saatlerce konuşabilirim bu konuda, bu yüzden yazıyı şununla bitirmek istiyorum. Blogu İngilizce yazsam çok daha fazla okuyucum olacağını bilmeme rağmen Türkçe yazmakta içsel olarak ısrar etmemin nedeni, Türkçenin dil yapısı gereği bazı konularda özgürce düşünme imkanı sağlamasıdır. Bu özellik de aşağıdaki videoda Timur Davletov tarafından çok güzel açıklanmış. Tabii ki her şey gibi doğuştan sahip olduğum bu özgürlüğü ve fırsatı yeterince farkında olarak kullanmak ya da kullanmamak da bana kalmış:)
Daha neler neler var keşfedilecek, farkedilecek. Sizi de heyecanlandırmıyor mu bu?
[youtube https://www.youtube.com/watch?v=bIn8-P9N9pw&w=560&h=315]Kaynaklar
- Presence: Human Purpose and the Field of the Future – Peter Senge, Otto Scharmer, Joseph Jaworski, Betty Sue Flowers; Varlık, Varoluş (bu kelime kitapta çok anlamda kullanılıyor) – İnsanın Niyeti ve Geleceğin Alanı
**Türkiye’nin Endemik Bitkileri, Hasan Torlak, Mecit Vural, Zeki Aytaç. Bu konuda çok güzel bilgiler içeriyor. İngilize Baskısı: Endemic Plants of Turkey
*** Ankara: Küçük Asya’nın Bin Yüzü; Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Ömer Türkoğlu, Ergi D. Özsoy