Bağını Sorma Zamanı

Anlatımımda sadeliğe nasıl ulaştığımı soranlar oluyor. Gönül gözü doğuştan açık olanlardan değilim. Bu anlayışa ulaşmak için kendim üzerinde çok çalışmam gerekti. Aslında bu sadelik birazdan anlatacağım gibi aynı anda hem basit hem de karmaşık, yani paradoksları bir arada tutabilen bir yaşayış biçimine sahip olmamdan ileri geliyor.

Einstein’ın da söylediği gibi bir şeyi basitçe anlatamıyorsam, benim için yeterince derinlemesine anlamamışım, deneyimlememişim demektir. Ayrıca bir şeyi kendimden uzakta ya da kendimi dışta tutarak anlatıyorsam, o konuda da yeterince olmamış olduğumu anlıyorum. Kısaca o an ya gereğinden fazla ya da az konuşuyorumdur. Oysa bir insanın yalın bir anlatım için önce yeteri kadar bilmesi, deneyimlemesi, sonra da yeteri kadar konuşması gerek.

Bu alanın kontrolü bende olduğu için hangi konuyu kendime ne kadar mesafede tutacağıma, nasıl ifade edeceğime dair birçok seçim şansım var. Çoğu şeyi hazır yapılmış sunabilirim mesela, yani bloğu bir uzman kimliğiyle açıp, size o noktadan seslenebilirim. Bilmediklerimi ve yeni tecrübe kazandıklarımı özellikle dışta bırakarak ‘Şunu geliştirdim, bu eğitimleri veriyorum, bunu yaparsanız bu olur’  diyebilirim. Bunu da beğenenler, isteyenler, ihtiyacı olanlar olabilir. Ben bunu yapmayı tercih etmiyorum ve azını değil, ‘yeteri’ kadarını konuşmam gerektiğine inanıyorum.

Son dönemde işim hakkında tekrar bir sorgulama yaparken gördüm ki, benim isteğim hayranlık ya da daha çok takipçi değil edinmek değil -ki çok keyifli güzel sözler duymak, okunmak-. İsteğim; bana bakanların karşılarında sadece heyecanla, şükranla, mutlulukla, bilgiyle, amaçla, enerjiyle ve bitmiş, başarılı olmuş işlerle dolu birini değil; kimi zaman korku, kaygı, kızgınlık, üzüntü ve karışıklık hisseden, doğruların yanında zaman zaman yanlış yapan ve en önemlisi bunlardan öğrenebilen, ‘bütün’ yani yalın, gerçek bir insan görebilmeleri. Böyle kişilerin öğrencisi olma şansını elde ettim ve benim için en değerlilerinden birini yakınlarda kaybettiğim için çok üzgünüm. O, bilgisinin, tecrübesinin kaynağını ve kendisini gizlemeyerek, ona hayranlık duymam yerine sahici bir insan olarak görmemi sağladı. Onunla olan çalışmamız ve varlığı, beni bir kahraman olma ya da kurtarıcı arama ihtiyacımdan özgürleştirdi ve gerçek gücün kaynağını işaret etti. Eğer kaybettiğim öğretmenimin gönülden yaptığı bu hizmete benzer bir şeyi size yansıtabilirsem ne mutlu bana. İşte o zaman, benim burada yazmama, sizin de okumanıza, yani harcadığımız bu değerli zamana değiyordur bana göre. Öğretmenimin eşinin şu sıralar hakkında yazmakta olduklarını okursanız, ne demek istediğimi daha net anlayabilirsiniz.

Birçoğunuzun fark ettiği gibi son zamanlarda yeni bir yaratıcı süreç içerisine girdim. Bazı konularda netlik kazanırken, bazılarında sahip olduğum eski netliği kaybediyorum. Yine değişiyor, dönüşüyorum. Bunun sadece benim değil sizler için de anlamlı, keyifli bir öğrenme ve paylaşım olması için bahsettiğim süreci buraya ‘yeteri kadar’ nasıl yansıtabileceğimi düşünüyorum. Blog da yaşantımın bütünüyle tutarlı kalsın istiyorum. Bu nedenle neler yaptığımın yanında, neden yaptığıma ilişkin farkındalıklarımı ve bazen de nasıl yaptığımı burada paylaşmaya karar verdim.

İşimdeki bazı şeyler kendiliğinden gelişiyor görünse de, aslında o kadar da tesadüfi olmadığının farkına varıyorum bugünlerde. Sözel, yazılı ve insanlarla yoğun iletişime dayalı işler yapan bir kişi olarak, bunların yanı sıra az düşünce ve yüksek farkındalıkla yapabileceğim, kendimle baş başa kalabileceğim, yaratıcılığımı bazen konuşmaksızın yansıtabileceğim bir işin kimse farkında olmadan, -hatta kendim bile:)- hayalini kurdum yıllarca. Bahçıvanlık gibi…  Son senelerde beden yoğunluklu işlere ağırlık vermem de bu yüzden. Bu tarz işler; yazarken, okurken ve konuşurken gerekenden farklı duyularımı kullanma, geliştirme imkanı bana sağladıkları gibi, hareket halinde meditasyon yapabilme imkanı da sunuyorlar. Bu sayede dengelenmemde, olgunlaşmamda, yeni şeyler fark etmemde ve yaratıcılığımda çok ama çok önemli rol oynuyorlar. Bir yandan da o an üzerinde çalıştığım sorunlara yönelik çözümleri ve yeni ilhamları buyur edebileceğim büyük bir zihinsel boşluk alanı açıyorlar. Mesela buradaki çoğu yazım ya da bir sonraki grup çalışmasında hangi tema üzerine yoğunlaşacağımız bulaşık yıkarken, yemek yaparken, yürürken, şimdilerde kalıp oyarken, kumaşlara baskı yaparken, dikiş dikerken.. doğuyor. Kısaca, kendini gösteren sanatsal yanım, tasarım ve dikiş, yaşantımda öncelikle kendimi bilmek ve sonra da metaforlar, semboller, şekiller, renkler, dokular, kokular üzerinde çalışmak konusunda bana bereketli yeni bir alan açtı. Bu nedenle çocuksu bir heyecan da var içimde ve daha fazla oynamak istiyorum. Bu konuda büyümek, olgunlaşmak için de her çocuk gibi öncelikli olarak oyun oynamaya ihtiyacım var.

Diğer yandan bunları yapmayı seçmem son dönemdeki çalışma niyetimle yani doğa, insan emeği, sevgi gibi artık neredeyse bedavaya faydalanmak istediğimiz şeylerin gerçekte ne olduğunu derinden kavrayan bir toplumun parçası olma isteğimle de tutarlı. Çocuğumuza bakarken anladım ki, hayatta birçok şeyin değeri, zorluğu, önemi bizzat yapmadan yeterince anlaşılmıyor. Oysa biz geliştirdiğimiz medeniyet ve yaşam tarzımız sonucu bunun tam aksi bir tutumla, gıdamızı, giysimizi… artık neredeyse her şeyi hazır alır hale geldik. Üretimden ve de üreticisinden uzaklaştıkça, iyi ve adil üretimin ve hizmetin zahmetiyle, yerel kültürle de temasımız giderek kopuyor ve emek yoğun, kaynak yoğun şeyleri ucuza almakta sakınca görmez oluyoruz, hatta ne kadar ucuzsa o kadar iyi geliyor bize. Oysa bir şeyin nasıl ucuza getirildiğini onu yapmak için gereken malzemeleri tedarik ederken bile insan kolaylıkla anlayabiliyor. Bunlar böyle pahalıysa, bu kadar ucuza satmak için elbet masrafı başka bir yerden kısmak gerek. Ne ucuz peki? Maalesef şu an insan emeği ve özellikle de kadın emeği? ‘Neden böyle?’ iyi bir soru ve bana göre daha iyisi, ‘Bu durumun değişimine nasıl katkıdan bulunabilirim?’ Dedim ya emeğe ‘gerçekten’ değer vermek için bence önce emeğin ne olduğunu gerçekten bilmek ve hissetmek gerekiyor, bu yüzden cevaplarımı yine söz konusu işi yaparak bulmak istiyorum.

Son bahsettiğimle ilgili olarak zamanınız olursa aşağıda tanıtımını paylaştığım şu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. Geçen hafta tesadüfen karşılaştım. Cesur bir araştırma ve beni çok etkiledi. Aslında eylem araştırmasından ne kastettiğimin ve bunun da sadece kişi için değil, çevresi için de ne kadar dönüştürücü olabileceğinin de güzel bir örneği.

Artık Dünya’da üzümünü yediğimiz bağların nasıl olduğunu sormamız gereken zamanlardayız.

[youtube https://www.youtube.com/watch?v=-SCHfV97D7I&w=560&h=315]