8

Bulduğum İnci

Aylar oldu bloga yazmayalı. Söz konusu sürede en çok sitemi, blogu çeviri programları vasıtasıyla yabancı dilde okuyanlardan aldım. Görünen o ki, bu alan sadece Türkçe okurlar için değil, uluslararası okuyucular için de özgün ve dolu bir içerik taşıyor. Evrenselliği hedeflemiş bir insan olarak bundan büyük mutluluk duyuyorum.

Blogda yazmaya ara verişimde, baskıya, dikişe, tasarıma ve sanata daha fazla odaklanarak başa çıktığım bazı sorunların da etkisi var. Bunlardan biri doğayla sürekli temas halinde olmaya alışık çocuğumuzun, okul öncesi eğitim hayatına başlamasıyla içine girdiği akademik başarı, performans, kıyas odaklı, kaygı dolu ortamlarda bir kültür şoku yaşaması ve bunun sonucu kaybettiği o eski neşesini, ağız tadını tekrar bulmasının oldukça zaman alması. Keşke çok daha önce yapsaydık dediğimiz bir okul değişikliği, bol hayal kırıklığı ve kimi zaman da kızgınlık içeren bu sürecin, onu bebekliğinden okula başlayıncaya kadar coşkulu, mutlu, sevecen, şefkatli görmeye alışmış bizi ne kadar zorlamış olabileceğini bu yazıyı okuyan çoğu kişinin tahmin edebileceğini hissediyorum. Psikolog olduğuma bu dönem kadar şükrettiğimi de hatırlamıyorum.

Eğitim sisteminin dayandığı rekabet, kıyas gibi temel değerlerin ne kadar sağlıksız olduğuna ve bunun çoğu insan tarafından hava, su gibi yaşamın vazgeçilmezi olarak öylece kabul edildiğine inanmakta hala güçlük çekiyoruz. Bizim bu durumda neden Türkiye’yi tercih ettiğimizi ve imkânımız varken yurtdışına gitmediğimizi soranlara cevabımız;  sadece Türkiye’deki eğitim sistemiyle değil, küresel çapta yaygın eğitim değerleriyle sıkıntımız olduğu oluyor. Bizim için okulsuz eğitim de şu an bir alternatif değil. O zaman hiç okula gitmesin gibi, bu konuda yaşadığımız soruna çözüm amaçlı olanın öbür ucunu yapmaya çok sıcak bakmıyoruz.

Devam eden bu sıkıntılı dengelenme/dengeleme sürecine ek, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde olanlarla beraber yaşadığımız şehir Ankara’da beş ay gibi kısa bir sürede çok acı sonuçları olan 3 terör olayının gerçekleşmesi ve bu olayların sebebi olan, ülkede, dünyada siyasi, ekonomik, yapısal, ahlaki alanlarda sürüp giden yozlaşma…ve aşırı çalışma ve tüm bunların yarattığı derin üzüntü arasında Aralık başlarında cildimde oluşan daha önce hiç görmediğim bir kızarıklık fark ettim. Bu kızarıklık doktorların endişeye kapıldığı bir hızla bir ay gibi kısa sürede bedenimin her yerine yayıldı ve uzun süren, tekrar tekrar yapılan moral bozucu tetkikler sonunda sedef (psoriasis) olduğumu öğrendim. Kronik olarak çekenlerine sabır ve güç dilerim, çünkü sedef fizyolojik sıkıntısının yanı sıra vücutta yarattığı görüntüyle ve bazı doktorların düzelmeyeceğine dair neredeyse dayattığı moral bozukluğuyla psikolojik açıdan da tecrübe etmesi zor bir hastalıkmış.

Çok stresli bir dönemde, tetikleyicisi stres olan bir hastalığın tedavisine çalışmak ve onu tedavi edebilmek benim hayatımdaki en anlamlı tecrübelerden biri oldu, yine bu süreçte en büyük desteğim, sağlığıma tekrar kavuşmam dışındaki şeyleri önemsemeyen eşimdi. Doktorlar hastalığın genetik olduğunu, ilaçsız kolay kolay geçmeyeceğini sürekli tekrarlarken; kendi sezgilerimi dinleyerek yaptığım diyet, detoks, meditasyon, güneş banyosu… ile neredeyse hiç ilaç kullanmadan cildim üç ayda sedeften arındı. Bu süreçten teşhisi koymuş olan doktorlar, ben ve yakın çevrem çok şey öğrendik. Bana adeta mucizevi gelen bu iyileşme hikayesi daha fazla anlatılmayı hak ediyor, ama bir özet olarak bugün şunları söyleyebilirim; dinledikçe keskinleşen sezgilerimin zorlukları aşmamda bana bahşedilen en değerli armağanlardan biri olduğunu, dünyaya faydalı işlerin kendini tüketme pahasına yapılamayacağı ve devam etmek için zamanı geldiğinde yavaşlamanın, hatta durmanın ve geri çekilmenin zorunluluğunu gördüm, anladım…

Yazımın sonunda yine bu iyileşme sürecimde bana yol gösterici olan ve defalarca dinlediğim Margaret Wheatley’in bir konuşmasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazıyı da esas olarak onu paylaşmak için yazdım. Konuşması, sebata ve bu zor zamanlarda kalp taşıyan yollarda korkunun ve ümidin ötesine geçen bir kalple yürümeye dair… Dilerim bana olduğu kadar siz izleyenlere de şifa olsun…

[youtube https://www.youtube.com/watch?v=5QmEJW04a7w&w=560&h=315]

Comments 8

  1. Post
    Author
  2. Ah öyleyse, bunu da okuma listemize ekleyelim bakalım 🙂 Konuşmayı dinlememiştim, şimdi yarına yetiştirilmesi gereken – ama yapmak istemediğim ve kaytarmak için bahane aradığım – işlerime başlamadan önce oturup izledim. Enerjimi çok yükseltti, “umut” (!) demeyelim ama “işimi yapma gücü” ve sabır aşıladı. Alıntılar ve söyledikleri bir şahaneydi, defterim yanımda not ede ede dinledim… Teşekkür ederim, sevgiler <3

  3. Post
    Author

    Umarım olmaz. Ama olursa, öncelikle bir süre kanda asit oranını arttıran yiyecek ve içeceklerden uzak durmak çok önemli. Vücudu daha alkali hale getirmek için bir süre iyi bir detoks gerekiyor. Karaciğeri destekleyecek, düzenleyecek meyve ve sebzeye ağırlık vermek çok iyi geliyor ve bol meditasyon. Greyfurt ve kerevizin, limonlu yeşil salatanın çok faydasını gördüm. Bir de adaçayı, melisa ve papatya çayı. Bol güneş almak. Bol su içmek. Bu süreç vesilesiyle öncesinden daha sağlıklı olduğumu hissediyorum 🙂

  4. Çok sevindim, bu arada rahmetli babaannemde Sedef vardı, babamda da var, dolayısıyla genetik olarak ben de o mirasa sahibim…bugüne kadar kapımı çalmadı kendileri, ama bundan sonra da çalmayacağı anlamına gelmez tabi 🙂 çalarsa gel buyur hoşgeldin demekten başka ne yapabilirim? Ha artık seni arar yol danışırım, bunu bugün okuduğuma göre bu bilgi bir gün işime yarayabilir…Hikmetlidir 😉

  5. Post
    Author

    Geçti çok şükür:) Derslerimi de aldım, uyguladım dediğin gibi. Benim şifam öncelikli olarak, gerektiğinde kesin sınırlar koymayı ve kendime/başkalarına kritik sınırları aştıklarında orada dur demeyi öğrenmekle geldi.

  6. Ah, “kızarıklık” kelimesini okur okumaz aklıma hemen sedef geldi. Bende de var 🙂 Sedef kardeşliği! Bana doktorum ya genetiktir ya da sıkıntıdandır demişti. İlk kez çıktığında hakikaten sıkıntılı günlerdi ve sonrasında da ne zaman stresli dönemlerden geçsem bir yerimde kesinlikle çıktı. Geçiyor, bir süre sonra tekrar çıkabiliyor. Vücudun uyarı sistemi olarak görüyorum bunu 🙂 Vücut, kendine iyi bak, kendini ihmal etme, kendine sevgi göster demeye çalışıyor bence. Bahar geldi, bazı şeyler düzelecek sanki… İçimde öyle bir his var 🙂 Size de çok geçmiş olsun… Ailenizle bolca doğanın içinde zaman geçirdiğiniz, yaratıcı, mis gibi bir bahar ve yaz olsun 🙂 Buraları da fazla ihmal etmeyin ki gözümüz gönlümüz aydınlansın 🙂

  7. Öncelikle geçmiş olsun, Allah’tan bol şifalar dilerim…insan o kadar muhteşem bir mekanizma ki, kendi kendini iyileştirmeye muktedir…Yapması gereken Yaradanı ile bağlantı kurup, bu şifayı ondan dilemek ve onun gönderdiği mesajları, insanları, görebilmek diye düşünüyorum naçizane…O isterse Olur, hayırlısıysa verir…ve bir hastalıkta insanın görmesi gereken nice mesajlar, ne hikmetler vardır…Arif olan hastalıktan çok hastalığın ardındaki hikmete odaklanır…Allah’ın bana vermek söylemek istediği nedir, bunun üzerinde düşünürüm, hastalık bana söyler, ben nerde yanlış yaptım? Doğadan mı uzaklaştım? Negatif miydim? İyiniyeti mi mi kaybetmiştim? Olayları çok mu büyüttüm? Vb herkesin cevapları farklıdır elbette ama doğru soruyu soranın kalbine doğacaktır cevabı….sevgiler

  8. Post
    Author

    Çok teşekkür ederim! Sizin de şifanız artsın, bir daha olmasın. Sedef sürecinde bir kitap okudum ve çok iyi geldi. Gabor Mate’in When The Body Says No / Vücudunuz Hayır Diyorsa . Sizin de çok beğeneceğinizi tahmin ediyorum bu kitabı. Bir de diyet yaptım buğday türevi, şekerli, asidik tüm gıdalardan uzak durdum. Et yemiyorum zaten. Bol bol su içtim. Bol meditasyon, dediğiniz gibi doğa, güzelliklere bakmak, iyi uyku. Yani aslında dediğiniz gibi daha insanca yaşamaya odaklanmak:)

yeni1anlam için bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir