Bu sabah radyoda Türkiye’de insanların internette -çoğunluk sosyal medyada- ortalama 3 saat harcadığını öğrendim. 3 saat! Ortalama 6 saat izlenme süresi olan televizyon medyasının ulaştığı olumsuz halden sonra, anlaşılan internettin gidişatı da pek iyi değil.
Geçenlerde okuyacağım kitapları belirlemeye çalışırken kütüphanemden seçtiğim bir kitabın içini incelerken bazı satırlarının altını çizdiğimi görüp aslında kitabı okumuş olduğumu fark ettiğimde şaşkınlıktan ağzım bir karış açık kaldı. Hiç bir şey hatırlamıyorum. Kitap bende tek bir iz bırakmamış ve sosyal medyada çok zaman geçirdiğimde de işte bu hissi yaşıyorum. Şimdi ben ne okudum, ne yaptım hissiyle doluyorum çoğu zaman.
Giderek ‘Bugün şükür mü?’ ‘Evet bende çok şükür, peki ya sen?’ ‘Bende de çok şükür, çok şükür.’ sohbetlerinden oluşmaya başlayan sosyal medyayı kaliteli bir bilgi bulmak niyetiyle keçi boynuzu gibi kemirmeye devam etmek yerine, blog takip etmeye yavaş yavaş geri döndüm ben de. Takip ettiğim bloglarda fikirlerini kendime yakın bulduğum var, bulmadığım var, ama ortak noktaları birçok anlamda dolu dolu olmaları ve kaynak vermekteki yüksek özenleri. Mesela Maria Popova’nın yazdığı Brain Pickings bunlar arasında bana göre en muhteşemlerinden biri. The Long Now, Yuval Harari, Jen Hewett, Geof Mead, Schumacher College gidiyor böyle… Özgün paylaşımlar iyi yemek gibiler, abur cubura olan isteği azaltıp ve kaliteli bilgiye, yaşama olan isteği arttırıyorlar. J.K. Rowling’in yaşamını anlatan belgeselde söylediği gibi ‘yazarın konu hakkında oraya yazdığından çok daha fazla bilgiye sahip olduğunu biliyorsunuz.”
Mesela sosyal medya kullanmayan Cal Newport dünkü blog paylaşımında sonunda artık dayanamayıp genel e-mailini adresini tamamıyla kapatan alanında önemli bir araştırmacı ve yazar da olan ünlü ahşap ustası Christopher Schwarz’dan bahsediyordu. Çok şey öğrendim bu paylaşımdan. Şöyle diyor Schwarz ‘Güven bana, sen değilsin, benim. 17 yıldır birden fazla açık e-posta adresim oldu, ve bana yollanan her lanet soruyu cevapladım… Hepsi çok fazlaydı. Her gün saatlerimi e-postaları cevaplamaya harcıyordum. Bu benim araştırma, geliştirme, düzeltme ve yazma (hiç bahsetmiyorum ama ailemle geçirdiğim) zamanlarımdan aldı…’ O 17 yıl sonra bu noktaya geldiyse, benim daha başlarda yaşadığım güçlükler için bundan önemli bir ders çıkarmam lazım diye düşünüyorum. Ben de sosyal medya aracılığıyla gelen her yoruma, e-postaya elimden geldiğince hep cevap vermeye çalışıyorum. Hepsi değil tabi, ama özelden atılan bazı e-postalar uzun uzun yazışma niyetleriyle dolu. Burada yöneltilen soruları da mümkün olduğunca genelden cevaplamaya çalışıyorum. Yeni1anlam takipçileri arasında benimle birebir iletişimde umduğunu bulamayıp takibi bırakan da oldu, oluyor. Açıkçası pek umrumda değil bu, çünkü bu tarz özel talepleri sürekli karşılamam gerçekten mümkün değil. Yani sanırım Christopher Schwarz’ı biraz anlıyorum. Her gönüllü ve severek yaptığın işte bunu yapmanın artık görevin olarak görülmeye başlandığı bir nokta geliyor ve bir orta yol bulmak için bunu ne kadar erken fark edersen ve sınırlarını kabul edersen o kadar iyi oluyor.
Benim el sanatlarını yaşatmaya ve doğa bilinci oluşturmaya çalıştığımı düşünenler -ben dahil- yanılıyor aslında. Bu çılgın dünyada yaşamaya çalışıyorum ve ben de herkes gibi yaşamımda daha fazla anlama ve anlamaya ihtiyaç duyuyorum. Anlamlı bir hayat da, kişiye anlamlı gelen işlerle ve o anlamlı işler de gerçekten çalışarak oluşuyor, her ne kadar sosyal medya bunun aksini bize inandırmaya çalışsa da… Bu kadar sosyal medyayı takip ediyorum, okuyorum, geziniyorum ve hala bilgiye açım, enerjim yok, bu işte bir tuhaflık var diye düşünüyorsan, Cal Newport’u bir dinle derim…