Zanaat, Sanat, Ticaret

Bu yazı bir deneme niteliğinde. Uzun süredir kafa yorduğum, ama sonunda en azından biraz olsun netleşebildiğim bir konu hakkında bir deneme ve bir başlangıç. Biliyorsunuz psikolog olarak uzmanlığım iş psikolojisi alanında ve yeni1anlam atölyesini kurmadan önce yıllarca bu konuda çalıştım, deneyim kazandım. Psikolojide uzmanlık olarak bu alanı seçmem, insanın işinin yaşamına çok büyük anlam katabilecek şeylerden biri olduğunu görmemdi.

İngiltere’de sürdürülebilirlik ve sorumluluk ile ilgili ikinci lisansüstü eğitimime başlamadan önce benim için iş çoğunlukla organizasyonlar ve şirketler çerçevesindeydi. Bunun dışına çıkmak ve yaşamla, doğayla insan işini daha geniş anlamda bütünleştiren bir bakış açısı kazanmak hiç kolay bir süreç olmadı. Bu süreçte en başta kendi işimi sorguladım ve gördüm ki insan işi düşündüğümden karmaşık ve geniş olasılıkları barındırıyor.

İşin bir insanın hayatında ne kadar önemli olduğunu, ama diğer yandan toplumda bugünkü tanımının ne kadar kısır olduğunu anlamak için okul eğitim sistemine bakmak yeterli. Ebeveynlerin çocukları için gönüllerinden geçen iyi iş tanımlarına ve bunun için çocukları soktukları, sokmak zorunda hissettikleri yarış ortamına, yaşadıkları kaygılara bakmak yeterli. Kısacası iş ve tanımı, boyutları, derinliği, çeşitliliği, anlamı, ahlaki temelleri toplum sağlığının ve gelişiminin en önemli ve maalesef en bilinçsiz alanlarından biri.

Bugün ulaştığım anlayışta ‘her işe’ en az üç boyutta yaklaşma imkanı olduğunu düşünüyorum; sanat, zanaat ve ticaret. Bu yaklaşımların doğurduğu yaşam, kültür, iş ve insan birbirinden farklı. Bu üçü arasında geçişler olsa da ayrı değerlerle çalışıyorlar. ‘Gelecekte’ bunlardan birini seçmek zorunda mıyız bilmiyorum, ama para ve insan ilişkisi hakkında araştırma yapmaya yıllarını vermiş ender kişilerden ve benim de okulda eğitim alma şansı bulduğum Peter Koenig akıl sağlığımızı ve kişisel bütünlüğümüzü korumak için, şu anki dünyada ‘Evet, seçmek zorundayız!’ diyor. Bu konuya tekrar geleceğim.

Önce nedir sanat, zanaat, ticaret? Bana göre ayrımları en sade şu şekilde yapılabilir. Zanaat işi iyi yapma motivasyonuyla; sanat işi özgünlüğünü veya ifade edilmemişi ortaya koyma motivasyonuyla, ticaret ise işi parasal kazanç elde etme motivasyonuyla yapmaktır. Peter Koenig de sanat ve zanaat olarak tanımlanabilecek yaklaşımlarla, ticareti birbirinden ayırıyor ve bir iş bugünkü dünyada öncelikli olarak, ya parasal kar/kazanç sağlama amacıyla ya da iyi yapma veya kendini ifade etme amacıyla yapılabilir diyor. Bu ikisinin biraraya gelebilmesi nadir görünen bir durumdur, yani iyi iş yapmaya veya yaratıcılığa öncelik veren bir kuruluş ya da kişi, -şu anki büyüme odaklı ve yoğun rekabetçiğe dayalı ekonomide- şans sonucu kar edebilir. İyi iş daima kar eder koşullanmasıyla dolu zihnimde başta bu düşünce hiç yer bulmadı ve uzunca bir süre aksini ispatlamaya çalıştım, ama zaman geçtikçe bunun gerçekten de doğru olduğunu gördüm. Toplumda insanların çoğunluğu aldıkları hizmetlerde, ürünlerde ucuzluğu ön plana alıyor, işlerinde kaliteyi ön plana almış, değer yaratma arzusu taşıyan insanları, kurumları kar ve kalite arasında seçim yapmalarının gerektiği bir zaman eninde sonunda bekliyordu. Bu bahsettiğim ucuzculuk şimdiki insanın psikolojisine öyle derinden işlemiş ki bunun maddi imkanlarla da bir ilgisi olmadığını artık açıkça görüyorum. Çoğu insan bir şeye para ödemeye mecbur bırakılmadığı sürece; aldığı, faydalandığı yüksek değerin karşılığını bir şekilde verme zorunluluğu hissedeceği vicdani parametreyi benliğinde maalesef oluşturmamış durumda. Aslında sorun sadece ekonomik bir sorun değil, ahlaki ve eğitimsel bir sorun da.

Peter Koenig, Parayla İlgili 30 Yalan (30 Lies About Money) kitabında şöyle diyor; “İki üstanlamlı (superordinate) hedefe uzun süre bölünmemiş dikkat ve öncelik vermek mümkün değildir. Bir noktada bunlar arasında kaçınılmaz olarak çatışma ortaya çıktığında, bir seçim yapmak zorunluluğu vardır. Günümüzde, otomatik ve çoğunlukla bilinçsiz seçim, finansal temellerin diğer değerlere olan önceliğidir. Farkındalık arttıkça ve daha fazla değer-temelli faaliyetler ortaya çıktıkça, kalitenin fiyatlara ve kara yansımasıyla, fiyat ve değerin yavaş yavaş birbiriyle aynı çizgiye ulaşmasını bekleyebiliriz… ama bu ‘geleceğin müziği!’” diyor  Evet, ben de her yıl muhasebecimden gelen zarar bilançosuna baktığımda Peter Koenig’in bahsettiği geleceğin müziğini çaldığımı açıkça görüyorum. Derin bir nefes alıyorum, zira bu manzara karşısında can sıkmamak veya endişelenmemek çok zor, ama mümkün.

Psikanaliz sanatının en yüksek noktasına ulaşmış Marion Woodman bu noktada yetişiyor imdada. Varolan toplumsal sınırların ötesine geçerken bir bireyin eninde sonunda yüz yüze geleceği, toplumun sahip olduğu bilinçaltı koyu gölgeden bahsediyor. Ve onu görmenin, onunla yüzleşmenin ve yalnız da olsa yürümeye devam etmenin bir insanın yaşamındaki en önemli, derin cesaret ve içsel güç gerektiren tecrübe olduğunu hatırlatıyor. Bu yalnızlık sürecini -sonuç ne olursa olsun- başarıyla geçmeden bireyde ruhsallık ve yaratıcılık anlamında esaslı bir yapının oluşmadığını, ancak diğer yandan yürümeye devam ettikçe başka yalnız yürüyenlerle karşılaşılacağını, yaşamda tek başına kalma cesaretine sahip insanların ait olduğu esas grubun benzer şekilde sınırların ötesine yürüyebilen diğer insanlar olduğunu söylüyor.

Tüm bu yaratımlar, yeni1anlam vasıtasıyla topluma, geleceğe yaptığım katkı; yıllardır parasal anlamda eski işimin onda birini bile kazanmayarak ve hatta neredeyse hiçbir şey kazanamayarak gerçekleşiyor. Bu kayıplara rağmen işimi bunca zaman etik biçimde sürdürebilmenin gerektirdiği ve kazandırdığı içsel bağımsızlık, coşku, adanmışlık düzeyini artık siz tahmin edin. Biliyorum bu durumu yaşayan tek ben değilim, Türkiye ve dünyanın başka yerlerinde benzer durumda olan, geleceğin müziğini çalan çok kişi var… Keşke içinde yaşadığımız ve katkıda bulunduğumuz toplumlar, bizlerin maddi zarar etmemize izin vermeseydi, ama zaten o zaman bu kadar sorunlu bir toplumda yaşıyor olmazdık. Hiçbir şey kendiliğinden oluşmuyor…