Günlük Tutmak ve Yaratıcılık

Elim kalem tutalı günlük tutuyorum. Bugüne kadar yaşamımda birçok soruma bu yolla cevap buldum. Araştırma, sorgulama, analiz, sezgi, konulara farklı boyutlardan bakabilme disiplinini yıllar içinde bu şekilde geliştirdim. Son senelerde günlüklerime yazının dışında, fotoğraf, çizim, ses kaydı gibi birçok farklı ifade biçimini de katmaya başladım. Yapmadan bilemez insan diyorum ya, günlük tutmayı ve insanın kendisini keşfetmekteki gücünü konuşarak ifade etmek oldukça zor. Aslında burada gördüğünüz çoğu şey ilk oralarda ortaya çıkıyor.

Birden fazla kitabı aynı dönemde okuma alışkanlığım gibi birden fazla defter tutma alışkanlığım var. Okuduğum kitaplar ve araştırmalarım için ayrı, doğa gözlemi ve çizimler için ayrı, atölye notlarım için ayrı, gördüğüm rüyalar için ayrı, serbest düşüş (free fall) yazılarım için ayrı defter tutuyorum. Günlük tutmak son yıllarda aktif araştırma (action research) yöntemini kullandığımdan dolayı da özen gösterdiğim ama kendimi asla zorlamadığım bir konu. Her gün hepsine yazmıyorum, bazı günler hiçbirisine yazmıyorum, hepsinde iç içe geçişler var ve kurallar katı değil. Günlüklerimde bazen kendi kendime, bazen diğer insanlara konuşuyor oluyorum, bazen de sadece bir söz, bir çizim, bir fotoğraf, bir kurutulmuş bitki oluyor. Notlarımın bazılarını dönüp okuyorum, bazıları ana fikri bana vermiş olarak yaşam tarihimin sayfaları arasında bir daha bakılmamak üzere kaybolup gidiyorlar.

Bir psikolog olarak gestalt terapi yaklaşımını temel aldığım ve farkındalığın, ‘şimdi ve buradanın’ benim için kritik önem taşıdığı, bu yaklaşıma aşina olanların bugüne kadar gözünden kaçmamıştır. Farkındalık bana göre kullanıldıkça gelişen bir beceri ve üzerinde emek verildikçe adeta bir sağlıklı ağaç gibi duyusal, duygusal, düşünsel, bedensel birçok alanda organik olarak büyüyor, bir alandaki gelişme diğerlerini etkiliyor. Kendi ve çevresine ilişkin farkındalığı derinleştikçe de insan, giderek yaşama cevap verme konusunda daha etkin, davranış dağarcığı daha zengin, daha yaratıcı ve daha bütünleşmiş bir benliğe sahip oluyor. Gestalt yaklaşımı daha çok yaşanarak kavranabilecek bir yaklaşım ve detaylarını da bu yazıya sığdırmak mümkün değil, ama hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenlere Türkçe kaynak olarak Ceylan Daş’ın Bütünleşmek ve Büyümek kitabını tavsiye edebilirim. (For English Book – Integration and Growth / Ceylan Das)

Söylemek istediğim; günlük tutmak yaşamda birçok boyutta gelişme, gözlem, keşif, farkındalık ve yaratıcılık açısından güçlü bulduğum bir yöntem ve bana sık yöneltilen ‘ilhamı nereden alıyorsun?’ sorusuna da verebileceğim en baş cevaplardan. Bu nedenle, benim açımdan oldukça zengin içgörülerle dolu geçen haftadan bazı günlük notlarımı bu yazımda bir bütün olarak paylaşarak, sizlere hem bir duyusal, duygusal veya bilişsel farkındalığımın bir diğerine dolaylı dolaysız nasıl aracı olabildiğini, bunların yaratıcılığıma etkisini göstermek, hem de şimdiye kadar denememiş olanları günlük tutmak konuda cesaretlendirmek istedim. Çünkü denemeden bilemez insan…

23.04.2018 (Pazartesi): Oğlumun ilkokulunda çok güzel ve neşe içinde bir 23 Nisan kutlaması oldu. Ve evet, gerçekten tüm çocuklar bir çiçek, hepsi farklı zamanda, farklı iklimde, farklı hoşlukta ve şekilde çiçekler açıyorlar. Bu gerçeğin kıymetini bilen ve onu en güzel şekilde değerlendiren bir dünyada mutluluk, huzur, kardeşlik, dostluk ve güven içinde yaşamaları dileğiyle… Tüm çocukların ve içimizde yaşayan çocuğun bayramı kutlu olsun?

24.04.2018 (Salı): ‘Bir çiçeği tanımak istiyorsan onu çiz, kendini de tanımak istiyorsan bir çiçeği kendi tarzında çiz… Tarzın nedir? Onu da hem kendini hem de çiçeği tanıdıkça daha iyi biliyor insan… Çizmek, bu dünyada esasta kendine özgü bir tanık olduğumu bana en iyi tecrübe ettiren yöntemlerden biri… Devedikeninin neden böyle zarif göründüğünü onun ifade etmek için ortaya çıkan el hareketimle anladım… Devedikeni zarif mi, yoksa ben miyim onu öyle gören?… Buna benim kesin bir cevabım yok…. Eskiden vardı….‘

25.04.2018 (Çarşamba): ‘Hiç Hikmet Birand’ı okudunuz mu? Bozkır baharını ondan dinlediniz mi? Eğer cevabınız hayırsa, bu bahar kendinize bir güzellik yapın o zaman… Sonra bozkırda dolaşın ve ona baktıkça, onu daha iyi anladıkça onun yaşama sevincini ve dayanıklılığını eminin içinizde de duyumsayacaksınız…’

26.04.2018 (Perşembe) Bu yıl kış çok yumuşak geçti -bu iyi bir şey mi emin değilim- bahar ise gecikmeden tüm coşkusuyla geldi, bol çiçek, bol yaprak, çeşit çeşit bitki… Bu bahar sabah yürüyüşlerimde yabanından, yetiştirilmişine yüzlerce, binlerce güzellik görüyorum … Yürümenin en keyifli zamanlarından biri… Bu sabah yemenilerle yürüdüm ve bir kat daha keyif aldım yürüyüşümden. Tabanı deri olduğu için insan hangi zemin üzerinde yürüdüğünü tatlı tatlı duyumsuyor. Burası asfalt, burası kaldırım, burası toprak… İnsanın ayağının altındaki, onu taşıyan dünyayı hissetmesi çok güzel bir duygu… Bahçede ise yalın ayak yürümek paha biçilmez?

27.04.2018 (Cuma): ‘Çizmeye değil, anlamaya çalışarak her geçen gün biraz daha ilerlediğimi ben de görebiliyorum artık… Sözden öte bir dili öğrenmek veya yaşamın o dili öğretişi… Anlamayı istemek ve bazen gerçekten anlamak, her gün biraz daha, biraz daha, yaşamda bundan öte sevinç veren bir şey bilmiyorum…’

28.04.2018 (Cumartesi) : ‘Uzun süredir beklediğim suluboyalar ve suluboya kalemler geldi. Suluboya kalemi daha önce hiç denemedim. Sabah uyanır uyanmaz ilk iş renklerini keşfetmek oldu. Sonra bir taslak çizeyim dedim… Önce kuruboya sonra biraz sulandırma… Baharda çiçek açan dallar, biraz pembe, biraz taze yeşil, oğlum ve neşe içinde oynayan tüm çocuklar zihnimde uçuşmaya başladı… Sonra Fountain filminin müziği başladı… Ellerim sanki kaçıp giden bir baharı yakalamak istermişçesine hızlandı, hızlandı ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı… Etrafı saran, her geçen gün artan o yozlaşma içinde çocukları kendi baharlarıyla sarıp sarmalama arzumu ve bunun yarattığı yorgunluğu ve hatta kimi zaman çaresizliği hissettikçe ağladım… Baharın insanın kalbini mutlulukla çarptıran o güzelliğine ve sonsuz güç açlığı çeken o insan gölgelerinin karanlığı koyulaştıkça bu güzelliğin yitip gidiyor oluşuna ağladım…’

(Filmin çalmaya başlayan müziği; Clint Mansell, Kronos Quartet – Death is the Road to Awe )

29.04.2018 – Pazar: ‘Bunca renkten kaçını biliyorsun, hissediyorsun, görüyorsun, kullanıyorsun yaşamda?… Daha ötesi, sana yaşamda sadece hangilerinin varolduğuna inandırmaya çalışıyorlar? Dahası neden farklı renkleri keşfetme ihtiyacı duymuyorsun içinde?… diye sormak…’