Kışa Hazırlık

İki hafta önce uzunca bir süredir beklediğim kuru boya kalem setime kavuştum. Bu, kavuşmamın sabahında yaptığım ilk çizim. Kör kontür tekniği ile yaptım. Neden sincap çizmek istedim? Başta bilemedim, yaşadığımız yerde hiç sincap görmüyorum çünkü. Bir meşe ağacımız var, bir sincap arkadaşımız eksik belki de diye düşündüm.

Birkaç gün sonra sincap arkadaşımı sanat günlüğüme yapıştırdım ve biraz daha canlandırdım. Onu bir süre inceledim, bir daha çizersem seçimlerimi nasıl yapabileceğime baktım ve ‘Sevgili Sincap’ dedim, ‘Onca şey varken, neden seni çizmek istedim? Bana ne anlatmak istiyorsun? Ne yaparsın sen?’. Sanki bunu sormamı sabırsızlıkla bekliyormuş gibi hemen cevap verdi; ‘Ben bir kışın da olduğunu bilirim. Ona hazırlanırım. Ya sen? Sen yeterince iyi hazırlanıyor musun kışa?’ Eğdim başımı önümde. ‘Hayır’ dedim. Sincap benim içimden çıktığı için ne dediğini çabuk anlamıştım. Kıştan kastettiği zor, belirsizliklerle dolu, kısa sürede doğru ve önemli kararlar verilmesi gereken, bilgelik ve tecrübeye çok ihtiyaç duyulan zamanlardı. Birkaç saniye veya dakika da sürebilirdi bu kışlar, birkaç gün, birkaç ay da… Özellikle son yıllarda, bugüne kadar iyi kötü oluşmuş yaşam bilgeliğimi paylaşmaya odaklanıp, onu arttırmayı geri plana atmıştım. Yeni şeyler yapsam da bakış açım uzun süredir aynıydı. Oğlum büyüyor, dünya hızla değişiyor… Bu durumun yarattığı eksiklik, son bir yıl kendini göstermeye başladı. Bir şeyler rahatsızlık verdi, ama ne olduğunu uzunca bir süre tam göremedim. Çözüm bulamamaktan çok, sorunu anlayamama kısmının uzun olması canımı sıktı. Taa ki son yazımda anlattığım Lofoten’le buluşmamıza kadar.

Doğadaki canlılar iyi bilir, kışa hazırlık çok önemlidir. Sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da kışa hazırlık… Şimdi Ekim yaklaşırken ağaçlar yapraklarını sararmaya bıraktılar, yavaş yavaş kış uykusuna hazırlanıyorlar… Kuşlarda bir göç telaşı var…  Bazı insanlar da kışlara hazırdır ve bu nedenle de kendi kışları çok çetin geçmez, hatta güzeldir. Hem doktor, hem de yıllarca yöneticilik yapmış neredeyse hiç panik halde, kontrolünü kaybetmiş görmediğim annem mesela. Onu, çocukluğum ve gençliğim boyunca her sabah erkenden uyanmış, elinde çayı tek başına salonda otururken buldum. ‘Sabahın sessizliğinde düşüncelerimi topluyorum.’ derdi. Düşünceleri toplamak, duyguların farkına varmak, onları organize etmek, onlardan bir anlam, bir ders, bir tecrübe oluşturmak, gereksizleri unutmak ve dertli toplu bir zihinle, dengelenmiş bir vücut kimyasıyla güne başlamak… Şimdi gün içinde kendisini böyle toplayan kaç kişi kaldı bilmiyorum, ilk boş fırsatta ekranlara uzanıyor eller. Kim ne yapmış, neredeymiş… Ardından bir sürü bilgi, hissedilen neşe, kaygı, öfke ve kıskançlıkla yıkanmış vücut, aldığı beğenilerin yarattığı dopamine bağımlı olmuş, kısa kısa akışlarla odaklanma ve öğrenme yeteneğini giderek yitiren beyin. Mortimer Adler 40’larda yazdığı ve 1970’lerde güncellediği Kitapları Nasıl Okumalı (How To A Read Book) adlı benim de başucu kitabım haline gelen klasikleşmiş eserinde; insanların 70’li yıllara gelindiğinde artık iyi kitaplar yerine, hazır hap bilgi, görüş veren dergi ve gazete makalelerini okuyarak giderek düşünme ve araştırma becerilerini yitirmelerinden dert yanarken, bugün sosyal medyanın, blogların ulaştığı düzeyi görse şok geçirirdi herhalde. İnternet denen görünmez kıtada, anlık tepkiler, bombardıman halinde gelen ve bazen yalan yanlış bilgiler ışığında bıraktığım yaşam bilgeliğini sağlıklı fikir bile oluşturmak artık pek mümkün değil. Bilgi bölük pörçük ve her yerde, ama o bilgilerin anlamlı bir biçimde bir araya gelmesinden oluşan derin, kapsamlı bütünsel bilgi yani bilgelik çok az. Son döneme damgasını vuran kitapların yazarı olan Yuval Harari de birçok konuşmasında bugün insanların daha fazla bilgiye değil, onları bütünleştirerek bir anlam yaratmaya ihtiyaç duyduğunu ve yaptığının da bu olduğunu söylüyor. Bir paylaşımın doğruluğundan emin olmak zor, yorum yazanın doğruluğundan emin olmak zor, yorum yapanın ve paylaşanın gerçekte kim olduğundan, olup olmadığından bile emin olmak zor. İnsanların birbirinin görüşünü etkileme, ne düşündüğünü kontrol etme, kendi düşüncesinin farkına varmadan önce başkasının ne düşündüğünü bilme isteği ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Sosyal medyayı yöneten algoritmaları saymıyorum bile…

Eğer blogumu en çok okunanlara göre düzenleseydim en üste koymam gereken yazının Karyağdu Hatun olması gerekirdi. Bu yazı inanılmaz tıklama alıyor ve neden olduğu hakkında akıl yürütmesi zor değil, büyük ihtimalle Ankara’da Kar Yağdı Hatun Türbesini adresini bulmak isteyenlerin Google tarafından önlerine sıralanan ilk bağlantılardan. Yazının çok okunmasından bir şikayetim yok, ancak Google yerine ben bir sıralama yapsadım bu yazıyı öne koymazdım, daha fazla sevdiğim yazılar var. Bloğu başlangıçtan beri okuyan başka birisine rica etseydim belki o da başka bir sıralama yapacaktı.

Her geçen gün beğenilerden, takipçi sayılarından, tıklama oranlarından, diğer insanların yorumlarından özgür bir biçimde düşünebilme, yaşama bakma, yaşama becerimizi yitiriyoruz. Rahatsızlığını derin biçimde duyduğum bu konuda başka alanları etkileme şansım pek yok, ama en azından kendi platformumda yaygın yaklaşımın dışına biraz çıkmak istiyorum. Bir deney de sayılabilir bu. Bloğumda neyi temsil ettiğini anlamadığım beğeni butonunu çok önceden kaldırmıştım zaten, en son da açık yorum yapma seçeceğini de kaldırarak, bir süreliğine burayı sessiz, okurken insanların değerlendirmeleriyle baş başa kalabilecekleri bir kütüphane ortamına çevirmeye karar verdim.  Okuyanların yazdıklarım üzerinde düşünmelerini diliyorum. Dilerlerse düşüncelerini bana e-posta olarak yazarlar, günlüklerinde eleştiriler, başka insanlarla paylaşıp tartışırlar, ama önce tek başlarına önceki beğenilerden, yorumlardan etkilenmeden özgürce okumalarını arzu ediyorum. Ayrıca sosyal medyada yaptığım gibi aklıma estikçe yazmak yerine, haftada bir, tez yazdığım zamanlardaki gibi üzerinde düşüne düşüne, yavaş yazmayı planlıyorum. Bu arada bir kaç taslak yazı, sonunda ‘Yani, burada ne demek istiyorsun?’ diye kendime sorduğumda dürüst ve anlamlı bir cevap veremezsem çöpü boyluyor ya da birgün tekrar incelenmek üzere kenara ayrılıyor. Anladım ki böyle yazdıkça en başta ben daha iyi öğreniyorum, tecrübelerim, bilgilerim benim için daha anlamlı bütünler haline geliyor.

Sürekli bir arada sesli düşünme halinden biraz uzaklaşıp, bir birey olarak sağlıklı fikirler üretme, bilgi edinme, araştırma, değerlendirme ve anlamlı bütünler oluşturma becerilerimize daha fazla sahip çıkmak zorundayız, çünkü o becerilerimiz teknolojileri kullanma biçimimizin de etkisiyle gün geçtikçe kayboluyor ve bilgeliğimiz kıtlaştıkça hem toplu hem bireysel anlamda şaşkın hallerimiz bitmiyor, kışlarımız daha da zor geçiyor. Oysa insan yeterince iyi hazırlanmışsa, soğuk havanın da, kışın da kendine göre bir güzelliği vardır…