Okuduğum kitaba dalmıştım, birden tehlike alarmıyla sıçradım. Neredeyim diye bakınırken, metroda olduğumu gördüm. Dikeceğim nevresimler için beraber kumaş bakacağımız arkadaşımla buluşmaya Kızılay’a gidiyordum. Alarm beni adeta bir rüyadan uyandırdı. Harika kitaplar okurken insan harika bir dünyada yaşadığını zannediyor, o dünyadan birden Ankara’da birbirine karşılıklı somurtan insanlarla dolu bir metro trenine ışınlanmak. Eğer su altında yaşıyor olsaydık muhtemelen ani basınç değişiminden vurgun yemiş olacaktım. Yanımdaki siyah saçlı, toplu kadın ağır hareketlerle çantasını açtı, alarmın kaynağı olan telefonunu çıkardı, bir yandan da otoriter ama anaç tavırla göz ucuyla bana baktı. ‘Böyle korku dolu olma evladım, her şey olacağına varır. Kaderden ötesi yok.’ Sonra tehlike alarmı çalan telefonunu susturdu. Hareketleri bir kraliçe ağırlığındaydı, ardından omuzları çökük bir şekilde olabilecek en mutsuz surat ifadesiyle önüne dalıp gitti. Birden oturduğum koltukta sıkışmış olduğumu fark ettim. Vücudumun sağ tarafı hafifçe uyuşmuştu. Kitap hakikaten öyle güzeldi ki, bunu da hissetmemişim.
Kadın bana “evladım” dedi, beni olduğumdan genç düşündü sanırım. Pek yaşlı görünmüyor, belki esas o genç gösteriyordur. İnsanların kırk yaşlarımda olduğumu duyunca ilk tepkileri şaşırmak oluyor. Kırk yaşında bir kadının nasıl görünebileceğine ilişkin genel kanının dışındayım anlaşılan. Eskiden ‘yaş 35 yolun yarısıydı.’ Oysa ben 35 yaşında henüz anne bile olmamıştım ve yeni evlenmiştim.
Acaba ben ne zaman kader gibi derin konularda sorulmayan ama söylediğimde dinlenen tavsiyeler vereceğim metroda benden genç gördüklerime? Yaşamdan ve kavramlardan o kadar emin olduğum bir zaman gelecek mi? Kadın kaderin ne olduğu hakkında emindi, benim korktuğum konusunda da emindi. Belki de haklıydı, çünkü fazlasıyla emin görünüyordu. Bu konuşma beni gülümsetti, oysa onun mutsuz görünen ifadesinde hiçbir değişim olmadı. Mutlu ya da mutsuz hissetmek de ona göre bir kader miydi? Gerçekten merak ettim. O sırada sormak aklıma gelmedi. Kader?
Ben metroda elimden geldiğince çok düşünmemeye çalışıyorum. Bir nevi meditatif hale geçiyorum ya da oturuyorsam bir kitap okuyorum ya da eğer kumaş almaya gittiysem dönüşte kumaşları inceliyor, dokunuyorum. Kumaşlara dokunmak artık dikiş dikebilen ben için ne kadar ümit verici bir bilseniz. Kumaş demek gelecek ümidi, sonsuz olasılıklar demek. Son yıllarda metroda insanlara bakmaya gücüm olmuyor. Her insana baktıkça empatik zihnimin onun neden mutsuz göründüğüne ilişkin yürüttüğü fikirlerden, hikayelerden trenden indiğimde yaşamdan bıkmış usanmış hale geliyorum. Eğer Kızılay’a geldiysem aynı yüzlerle bu sefer karşılıklı yürümeye başlıyoruz. Hava egzos ve yakıt ve kalabalık kokuyor. Neyse ki kumaşlar da var orada.
Kendi yüzümü merak ettim, zira kadın kaderle ilgili dersini bana verdiğinde yüzümde minik bir gülümseme oluşmuştu. Kadın belki onu ciddiye almadığımı, belki de bu tarz inançlarımın olmadığını, modern bir kadın olduğumu düşünmüş olabilir. Ne düşündüğünü bilemiyordum bu konuda. Ona gülümsemek en iyisiydi. İçten gelen bir gülümsemeydi ve kadına karşı sevgi duydum. Kaderde benim hakkımda ne düşüneceği varsa düşündü böylece. O da bana, yaşamının bilgeliğini paylaşacak kadar şefkat duymuştu…sanırım.
Trenden indim. Arkadaşım aradı. Önce gelmiş dükkanın önünde bekliyormuş. Onu çok iyi gördüm. Hafifçe gülümsedi beni görünce. Sonra bu görünüşünün kaynağını da alışverişten sonra bir kafede sohbet ettiğimizde öğrendim, sevindim.
Öncesinde gittiğimiz dükkanda nevresim kumaşları birbirinden rengarenk, güzeldi. Bu zamana kadar neden nevresim dikmeyi akıl etmediğimi merak ettirttiler. Belki de şimdi dikmek kaderdir, belki de en son aldığımız çarşaf takımının etiketinin üzerinde fiyatının 700 TL’den 150 TL’ye düşürüldüğünü görmemdendi. Belki de her ikisi. Baktığımız 240 cm enli çarşaf kumaşlarının kimisinin üzerinde organik kumaş yazıyordu, umarım öyledir diye düşündüm, çünkü geçen yıllarda aynı yerden kadife diye aldığım kumaşa ütü değdirir değdirmez, yapıştı kaldı. “Ama organik ya da değil her şey olacağına varmıyor mu?” diye düşünmeyi denedim trendeki kadın gibi, beceremedim. Hala içimde organik yazdığında kesinlikle organik olmasını dileyen bir yan vardı. Çarşaf kumaşlarının çoğunun metresi 16 -17 TL civarındaydı. İki takım gerekiyordu ve biz de keyfimizce ve sonuçta çok beğendiğimiz iki takım oluşturduk. Mümkün olduğunca soğuk renkler seçtik. Arkadaşım Umut, uyunan odalarda psikolojik olarak en rahatlatıcı etkiyi soğuk renklerin sağladığını söyledi. Haklı olduğunu hissettim. Akşamları yatmadan önce vücudumun ısısı uykuya hazırlanıp düştükçe, sıcak renkler gözümde cazibesini yitirmeye başlıyor gerçekten. Renkler hakkında çok şey öğrendim sosyal medyasız geçen son aylarda. Artık sıcak ve soğuk renkleri daha iyi ayırt ediyorum.
Nevresimleri oğlanın ‘Demir Çene’ adını taktığı endüstri tipi makinemle dikmek çok güzel. Biraz uzun yol yapmayı çağrıştırıyor. Güzel bir müzik, akıp giden manzara, ayak gazda sabit… Yalnız müzik yerine Pinkola Estes’in Gece Anne (Mother Night) konuşmasının kayıtlarını dinliyorum. O da güzel, ve hatta kimi zaman muhteşem. Evde yataklarımızdan sentetik yorganları uzaklaştırdığımızdan beri bir şeyler değişti uyku öncesi. Yorganın altına girdiğimde bir sıcaklık, bir güvende olma hissi. Yün dolu yorganı kaplayan kalın pamuk kumaşın çıkardığı tatlı hışırtı ve yorganın sentetik yorganlarda olmayan o tatlı ağırlığı… İşte bu yorgana seçtiğimiz kumaşlardan, uzun yol yapar gibi nevresim dikerken dinliyordum Gece Anne’yi. Estes, konuşmasının bir yerinde geceleri uykuya geçmeden önce bedenin hafiflediğini hissettiğini söylüyor. Uçup gidecekmiş gibi hissettiği o anlarda üzerinde ağırlığını hissettiği bir yorganın sıcaklığının ona bu yolculukta korunduğu hissini yaşattığından bahsediyor. Evet, nevresim diktiğim büyük yün yorganımız bana da benzer bir hissi yaşatıyor.
Sosyal medya yaşamımdan bu ay neredeyse çıkıp gitti. Belki de trendeki kadının dediği gibi her şey olacağına vardı. Kendimle, yaşamımla baş başa kaldım. Neredeyse hiç fotoğraf çekmez oldum. Bolca okudum, bolca ellerimle çalıştım, bolca yazdım, ama çoğunu kimseyle paylaşmadım. Kendime naylon olduğunu bilmeden aldığım kadife kumaştan bir elbise de yaptım. Kumaş yetmedi, az almışım, ne yapalım kader deyip, kalıptaki kolları çıkardım, diktiğim bir ceketten artan keten kumaştan eteğine ek yaptım. Kendime elbise dikmek güzeldi ve de güzel oldu, bana kendimi güzel hissettirdi.
Kader ne ilginç bir konu. Trende yan yana oturduğum kadının ‘her şey kader’ kesinliğinde olmak istedim, olamadım. Mutsuzluk ya da mutluluk bir kader miydi? Çarşaf kumaşlarının organik olup olmadığından emin olamamak, kadife diye aldığım kumaşın sentetik çıkması kader miydi? Benim şu an kendimi atölyemde mutlu, dingin hissetmem kader miydi? Neden telefonumda alarm olarak bir tehlike sinyaline ihtiyaç duymuyorum? Neden artık sosyal medyaya ihtiyaç duymuyordum? Kader nedir? Keşke kadına trenden inmeden sorsaydım, o biliyordu ve bildiğinden emindi…
*Elbisenin Kalıbı: Burda Pratik Dikiş Sonbahar/Kış Sayı: 2018/2. Arzuma göre değişiklikler yaptım.