Hangi Okul, Hangi Kurs

Dün arada oğlanın okuluna uğramam gerekti. Dışarıda oynarken üstünü ıslatmış. Kıyafet getirmemi istedi öğretmeni. Sınıfın kapısına geldiğimde o tanıdık manzara. Ders başlamak üzere, sınıf başkanı öğretmen gelinceye kadar tahtada sınıf disiplinini sağlamaya çalışıyor, takan yok:) Sınıfta her çocuk kendi gündemini yaşıyor. Bizimkisi rahatsız edilmemek için köşede arkasını dönmüş bir şeylerle uğraşıyor. Arada onu kendi gündemine katmaya çalışan bir arkadaşı olursa pek yüz vermiyor, çok meşgul. O sırada oğlanın ‘kanka’ diye tabir ettiği arkadaşı kapıda beni görünce durup gülümsedi. Birkaç dişi yoktu sevimli gülümsemenin. İçi kıyafet dolu büyük kumaş çantama bakıp heyecanla, ‘Bunu siz mi ördünüz?’ diye sordu. Uzun uzun ‘Bu örgü değil dikiş’ diyecek zaman yoktu. ‘Evet. Beğendin mi?’ dedim. Başını sallandı, ‘Güzel olmuş.’ Yaptığım şeyleri bu kadar yakından takip ettiklerinin farkında değildim. 

İçimden düşündüm, bazen ne iş yaptığımı iki satırda tam tanımlayamıyorum, ama anlaşılan konuşmadan, ders ya da öğüt vermeden küçük bir çocuğu heyecanlandıracak bir şeyler de yapıyorum. Onlar yaptığımdan kendi ihtiyaçları neyse onu alıyor. Oğlumun kankası ne aldı bilmiyorum, bir çantanın dikilebilirliği mi hoşuna gitti, renkleri mi, büyüklüğümü, üzerindeki baskılar mı, baskı yapmış olmamam mı? bilmiyorum.

Birkaç hafta önce oğlana bir cüzdan diktim. Çantasına paraları bir kağıt kesenin içinde koyuyordum, ama bunun doğru olmadığını hissetmeye başladım. Parasının hesabın ve değeri konusunda kendi başına farkındalık kazanmasına yardımcı olması için bir cüzdan iyi olabilirdi. Ona sordum ‘Nasıl bir cüzdan istersin? diye. ‘Sen yap. Kırmızı, siyah ve mor renklerde’ dedi. ‘Peki üzerinde bir şey olsun ister misin?’ ‘Evet, üzerinde robotlar olsun.’ Ve oldu… Stempeln, Malen, Zeichen für kleine Künstler (Küçük Sanatçılar için Baskı, Boyama, Çizim) isimli bir kitaptan ilhamla hazırladım kumaş baskıları….

Çocuklara bir şeyler yaparken, büyük işi yapmıyorum. Onların gözünden bakıyorum hayata ve yapılanların mükemmellik değil, özgünlük içermesine dikkat ediyorum. Onlara yaratıcılık ile ilgili ders vermiyorum, esas ben yapıyorum. Görünce heyecanlanıyorlar, çünkü kendi gözlerinde çizemedim diye düşündüklerinin bir başka yere taşındığında aslında ne kadar güzel olduğunu görüyorlar. Bazen yaptıklarımı beğenmiyorlar, gülümseyerek ‘Yaa, ama ben çok seviyorum’ deyiveriyorum. O zaman da yaptığıma özgüvenli ve memnun bir şekilde sahip çıkmamdan ve onların yorumlarından etkilenmememden etkileniyorlar. En çok da oğlum. Çocuklar her şeyi gözlüyorlar, insanın kaygılarının olup olmadığını da. Kendileriyle ilgili öyle çok kaygıları var ki, bir çocuğa; ona ders verme niyeti taşımadan, özgür, özgüvenli, kendine ve çevresine şefkatli biçimde yaratıcılığını ifade eden bir büyüğün varlığı çok iyi geliyor. Ya da kimimize iyi gelmiyor ki…

Oğlum arkadaşlarının annesinin geldiği anonsundan sonra beni fark edip ‘Heeeeeey!’ diyerek koşarak geldi. Pantolonu, ayakkabıları sırıl sıklamdı. Uğraşının nedenini de anladım, ataçlardan kolye yapmış, onu gösteriyordu. ‘Bak anne sana kolye yaptım. Anne söz bir sonraki teneffüs sınıfta oturup sadece resim çizeceğim.’ ‘Olur böyle şeyler, sorun değil. Yalnız hep bu kadar ıslatırsan kendini, her seferinde gelmem mümkün değil bunu bil. Üşütüp hasta olabilirsin.’ Bekleme odasına geçip üstünü değiştirirken, ‘Seni çok seviyorum.’ dedi. Çok içinden gelerek söylediğini hissettim. ‘Ben de seni çok seviyorum.’ dedim. Sonra zil çaldı ve sınıfa koşuşunu izledim arkasından. Okulu da çok seviyordu, öğretmenini, arkadaşlarını… Yaşamı da…

Bana sizlerden sık sık okul seçimi ile ilgili tavsiyelerimi isteyen e-postalar geliyor. Elimden geldiğince cevaplar vermeye çalışıyorum. Çocuğum henüz büyümediği için başkalarına büyük büyük tavsiyeler vermekten çekiniyorum, fark etmişsinizdir. Ama artık emin olduğum bazı şeyler var. O yüzden tek tek sorulara cevaplar yerine genel bir cevap yazmaya karar verdim.

Türkiye’de veya başka bir ülkede annelik ne olursa olsun insanın çocuğunu iyi tanımasına dayanıyor. İnsanın çocuğunu iyi tanıması da kendini iyi tanımasına dayanıyor. Daha doğrusu bu dünyada insanın yaşamında bir şeyi iyi yapabilmesinin en baş koşulu kendisini iyi tanımasına dayanıyor. Oğlum bu yaşına gelinceye kadar çok az iyi öğretmenle ve oldukça fazla vasatın altında öğretmenle karşılaştı. En kötü öğretmenler de neyi bilmediğini bilmeyen, kendisini tanımayan öğretmenlerdi ve Tanrım onlardan ne çok var. Her yerdeler, kurslarda, okullarda. Hayatımda psikoloji okumuş olduğuma annelik dönemim kadar şükrettiğim olmadı. 

Artık neredeyse önüne gelenin eğitimci, danışman olmaya başladığı bu ortamda, verebileceğim tek tavsiye ebeynlikte başkaları tarafından onaylanma kaygılarınızı bir kenara bırakmanız. Onaylanma kaygıları bir anneyi çocuğunun ve durumun gerçeğinden uzaklaştırarak, elalem ne diyecek utancına sokuyor ve bu da bazen hatanın okuldan ya da öğretmenden kaynaklandığını ve hatta bazen onların pek de yetkin olmadıklarını açıkça görmenizi engelliyor. En kötü öğretmen ve okul tipi de kimi zaman zaaf düzeyine ulaşan anne-baba onaylanma ihtiyaçlarını kullanmak isteyenler. Önceliğinizin onay alma olmasını bıraktığınızda bazı uzmanların kimi zaman size bir şey satmak istedikleri, kimi zaman kendi eksikliklerinin farkında olmadıkları ya da bazen farkında oldukları eksiklikleri kapatmak için saçmaladıklarını şaşkınlıkla görmeye başlayabilirsiniz. Mesela ziyaret ettiğiniz bir özel okulun tanıtımı sırasında aşılamaya çalıştığı ‘çocuğunuza bu imkanları sağlamazsanız geri kalacak’ kaygılarını bir kenara bırakınca sunduğu bazı şeylerin içinin ne kadar boş olduğunu görebilirsiniz. Veya onu mutlaka en iyi özel okula yollamalıyım gibi bir koşullanmadan uzaklaşmak, onun için en iyi ortamı sağlayabilecek yerin evinize yakın mütevazi imkanları, ama iyi öğretmenleri olan bir devlet okulu olduğunu fark etmenizi sağlayabilir. Kısacası kendinizi tanımak, çocuğunuzu da daha iyi tanımanızı ve onun için daha doğru seçimleri yapabilmenizi sağlıyor.

Bunları yazıyorum diye her şeyi hallettiğimi düşünmenizi istemem. Oğlumu devlet okuluna gönderiyorum ve oldukça mutlu ve çabalı bir biçimde gidiyor okula evet, ama bir yandan bende içten içe ya bazı konularda geri kalıyorsa diye derin bir kaygı da oluşmuş, fark etmemişim. Bu kaygı da beni birçok ebeveyn gibi özel kurslara itiyor. Onun hikaye anlatımın ve taklit yeteneğinin oldukça güçlü olduğunu gördüğüm için de drama eğitiminden keyif alacağını düşündüm ve bu işi en iyi bilen yer de bu konuda uzman yetiştiren yerdir diyerek bir kursa gönderdim mesela. Maalesef bir kez daha yukarıda bahsettiğim şeylerle yüz yüze geldim. Son olarak kurstan aldığım, insanda dinlemek için ciddi sabır gerektirecek özensizlikler ve kibir dolu bir telefonun ardından, oğlumu da dinlemeye karar verdim. Bana kursta tecrübe ettiği ortamı anlattırken önce dudakları titremeye sonra da kendisini tutamayıp ağlamaya başladı. Öğrenmem gerekenleri sözlerinden çok onun sözsüz davranışlarından yeterince öğrendim, daha fazla üzülmesin diye konuyu uzatmadım. Ama bu sefer tecrübesine, bilgisine güvendiğim okuldaki  sınıf öğretmeninin çoğunlukla tarafını tuttuğum gibi de yapmadım, oğluma ‘Büyükler de hata yapar oğlum. Gördüğüm olumsuzluklara rağmen seni o kursa göndermeye devam etmekle hata yaptım. Sana uygun bir yer değildi orası, senden özür dilerim.’ dedim.

Kursun yetkilisinin konuşma tarzını, oğlumu son zamanlarda kursa götürüp getiren eşimin geri bildirimini, baştaki derslerde benim gözlemlerimi, oğlanın verdiği bilgileri bir araya getirip, okuldaki davranışlarıyla da kıyaslayınca, drama kursundaki grupta yeterince disiplin sağlanamadığı için bir akran zorbalığı ortamı oluştuğu anladım. Başta bazı olumsuzlukları gözümle de görmüş, normal karşılamış ve başa çıkabilir zannetmiştim, ama görünen o ki durum başa çıkabileceği boyutun da ötesindeydi. Yeteneğini geliştirme arzum, kendisine hiç uygun olmayan bir ortama sırf ben gitmesini istiyorum diye iki aydır bir şekilde katlanmaya çalışmasına yol açarak aksine ona zarar veriyordu. Bu konuda kendime, kendimi bilmeyişime çok kızdım. Durumu bir süre değerlendirdikten sonra eşimle bir karar aldık. Bir şeylerden geri kalacağı kaygılarımızı bir kenara bırakıp,  bazen faydasından çok zararı bile olabilen özel kurslara artık o istemedikçe yollamayacağız. Ona okulunda, evinde yaşadığı mutluluğun, huzurun ve uyumun, çocukluğunun doya doya tadını çıkarma imkanını tanıyacağız. Su akar yolunu bulur… Buluyor da…