İnsan Sevdikçe Anlıyor

Cornwall, İngiltere, 2012

Cornwall’da tez sunumum öncesi, pencereden muhteşem okyanus manzarasını izlerken hocam Chris Seeley çekmiş.

Nasıl bir hasretti hissettiğim biliyor musunuz; vatan hasreti? Böyle bir özlem olduğunu, olabileceğini bilmiyorum. Söyleseler inanmazdım, inanmamıştım da. Nice şiirde harflerin en ince kıvrımlarına kadar işlenmiş, o yaşıma kadar okurken dinlerken bana dokunmamış, ne olduğunu bilmediğim bu duygu; şu gördüğünüz fotoğraftaki, yeni anne olmuş, Münih’te yaşayan, İngiltere’de okuyan bir kadının vücudununun her hücresinde tüm gücüyle hissediliyordu. Kaynağı o zaman yaşanan yerlere küskünlük falan değildi, açıkçası adeta bir cennette yaşıyordum. İngiltere’nin Cornwall sahillerinde şu an baktığım manzarayı bir bilseniz, hele Münih’te oturduğumuz Nymphenburg semtini bir görseniz, ‘sen hayatta başka ne istersin?’ diye bana söylenirdiniz belki. Ama içimdeki memleket hasreti her geçen gün, her şeye rağmen azalacağına arttı. Bülbülün altın kafesteki o buruk hali ve yurda, yurduma dönmekten başka bu derdime çare olmadığını anladığım o anlardan bir kare.

Uzak olduğum yıllarda, Türkiye’de nasıl büyük bir kültür ve doğa zenginliğin içinde yaşamış ama değerini yeterince bilememiş olduğumu anladığım nice zamanlar geçirdim. Bu farkındalık beni derinden dönüştürdü ve bahsettiğim nedenden insanın hayatında uzun bir yurtdışı tecrübesi kazanmasını çok önemsiyorum. Tarihini yeterince bilmiyordum, iklimini, bitki örtüsünü, sanatını, edebiyatını… Aslında kendimi bilmediğimi fark ettim. Yeterince dolu dolu, güçlü güçlü basmıyordum toprağa, toprağıma. Hepsini, her şeyi bilmek istedim. Çağlar öncesinden, günümüze kadar tüm tarihini… Kilimlerinden, yazmasına, dokumasına, çömleğine tüm el emeğini… Masallarını… Deve dikeninden, fındık ağacına tüm bitkilerini… Hepsini, her şeyini -imkansız olmasına rağmen- bilmek istedim. Ve öyle büyük bir özlemle döndüm ki… Beş yıl oldu ve ülkemde yaşamanın tüm zorluklarına rağmen pişman olmadım bu kararımdan.

Geçenlerde, bir nikaha şahitlik etmek için ailece kısa bir Almanya seyahati gerçekleştirdik. Yeni çiçeklenmeye başlamış elma bahçelerine komşu şirin bir yerde kaldık. Doğa yavaş yavaş uyanıyor, tatlı bahar güneşi toprağı, tomurcukları ısıtıyordu. Çeşit çeşit kuşun çoşkulu ötüşü, Ankara’ya kıyasla çok sesli bir orkestrayı çağrıştırıyordu. Hepsinin tadını yurduma döneceğimin, yuvamın orada olduğu bilgisinin rahatlığında çıkardım. Onu, beş yıl önce döndüğümden daha iyi tanıyor, seviyordum. En başta bozkırını sevmiştim, gerçekten. Ayağım yere daha sağlam basıyordu, gözlerim rahat, yüzüm güleçti. Yabancıladığım, bana ters gelen bir şey gördüğümde eski alınganlıklarım, karşılaştırmalarım yoktu. Yuvaya döneceğimi biliyordum. Bu bir çocuğun sokakta neşeyle oyun oynarken eve gittiğinde annesinin kapıyı açacağını, leziz bir şeyler pişirmiş olduğunu ve onu gördüğünde gözlerinin güleceğini bilmesi gibiydi. Ve bu anne öylesine derin, köklü ve bilgeydi ki. 

Çok duyarlı bir sanatçı olan, beni de içtenlikle seven tez hocam Chris‘in bedenimden adeta taşan hasreti gördüğü, fotoğrafını çektiği o zamanlardan beri içimde, cennet parçası benzetmesinde kesinlikle bir abartısı olmayan bu ülkede, güç hırsı, kin, öfke ve ayrıştırmalardan öte, onun güzelliğine, çeşitliliğine uyumlu, huzurlu, mutlu nasıl yaşanabileceğinin, güzel, anlamlı yaşamın ne olduğunun soruları var.

Anadolu’nun gerçeği çok ilginç, çok renkli ve bazen hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkıveriyor. Günlük yaşamda dikkatli, anda kalmaya özen gösteriyorum ve farkındalık kalitemi düşürdüğünü hissettiğim Facebook ve Instagram gibi sosyal medyadan da -Dünya ve Türkiye gündemini takip ettiğim Twitter dışında- uzak olmaya dikkat ediyorum. Dürüstçe bir itirafta da bulunayım. Yurtdışındayken bunlar aynı zamanda Türkiye ile olan bağlantımdı. Şimdi sokaklarında yürüyorum, rüzgarı esiyor üstüme, yağmuru yağıyor. Asık, güleç insan yüzlerini, masmavi gökyüzünü kendi gözlerimle görüyorum. Ayrıca daha çok bilmeyi arzuladığım, öğrenmem gereken, araştırdığım çok şey var. Aradığım bilgiler de çoğunlukla popüler şeylere odaklı sosyal medya hesaplarında değil, ansiklopedilerde, az okunan, çoğu baskısını tükenmiş kitaplarda, müzelerde, şehrin sokaklarında, doğada bulunuyorlar. Son beş yıldır gece gündüz gerçekleştirdiğim zihin ve el çalışmasıyla, böylesine kapsamlı ve derin konularda kendim için daha ancak bir zemin oluşturabildiğimi gördükçe, vaktin kıymetini her geçen gün daha iyi anlıyorum.

Anadolu’nun gerçeği ilginç anlarda ortaya çıkıyor dedim. Mesela Hititlerin başkenti Hattuşa’nın kurulmak için seçildiği yerin insan üzerindeki etkisini, dört yaşındaki oğlumun Aslanlı Kapı’dan geçtikten sonra bir kayaya çıkıp önünde uzanan uçsuz bucaksız tepelere kükremeye başlamasında hissetmiştim. Öyle bir manzaraydı ki, insana ulaşabileceği içsel yüceliği, genişliği, korkusuzluğu, bilgeliği dalga dalga yansıtıyordu. Orada güneş, rüzgar, toprak, alabildiğine uzanan ufuk ve oğlumda kükreme isteği yaratan daha nice görünür, görünmez şey vardı. Sonra boya alırken Napoli Sarısı denen rengin her tonuna her fırsatta elimin neden istemsiz bir çekim hissettiğini ve o rengi neden bu kadar çok sevdiğimi de oralarda iyice anladım. Bu bilgiler, hisler düz bir ekrandan yansımıyordu, yansıyamıyordu işte. Belki böyle böyle de biraz sıkıldım Instagram’dan, Facebook’tan.

Her yazı sonrası sizlerden bana çok içten mesajlar geliyor. Son yazıdan sonra sevdiğim bir arkadaşım bir soru sordu ve o zamandan beri zihnimin bir köşesinde. Sizlerle de paylaşmak isterdim.

“Seni okumak öyle güzel ki ;

Zihnimin kalbimin , içtenlikle ve özenli anlatılmış ifadeleri çok sevdiğini bir daha hissettim. Ve sen kendini okuturken dinliğini de karşıya geçiren türde yazıyorsun. Yazdığın konulardan bağımsız olarak tarzına yorum yapmak geldi içimden. Zira konulara bakışın, algın, yorumların ziyadesiyle doyurucu. 

Boyut atlamayı başka mecralarda aramamak lazım kanımca. İşte bilincin boyut atlaması, kalbin açılması baktığın şeyin katmanlarını görebilmeyi beraberinde getiriyor. Bunda eminim yavaşlamanın, meditasyonun, entellektüel pratiklerin, sanat ve zanaat ile ilgilenmenin, doymuşluğun payı olmalı. Başka nelerin payı var acaba merak ediyorum gerçekten. 

Güzel varlığın ile gerçekten ışıldıyorsun. 

Çok selam ve sevgimle”

Bendeki değişimde başka nelerin payı var diye düşündüğümde ve geçmiş fotoğrafıma bakınca, bahsettiğim yoğun sevginin büyük etkisi olduğunu anladım. Diyar diyar dolaşırken içimde büyüyen bu sevgi, özlem karşılıklı olabilir miydi? Sevdiğim gibi seviliyor da olabilir miydim? İnsan özelini, kalbini en fazla onu her haliyle sevenine açmaz mıydı? İnsan açar da, peki ya doğa, hava, toprak, su açmaz mıydı, güvenmez miydi? Ve yalnızca bana mı? Bana açılanlar size de açılmış olmuyor mu okurken? Belki de sosyal medyadan uzaklaşma arzumun, ilhamının bir sebebi de budur. Kim bilir belki sadece gerçekten sevenlere, zahmet edenlere, görebilenlere açılmak istiyor daha derinlerdeki bazı güzellikler, anlamlar… Bu son söylediklerimin cevapları sadece bende değil, bu sözlerin içinizde yarattığı sezgilerde de… 

İnsan gerçekten sevdikçe daha çok anlıyor, biliyor… Sevgiden, sevmekten ötesi yok ve gerçek sevginin de güzelleştiremeyeceği, dönüştüremeyeceği, anlam katamayacağı bir şey yok. İnsan sadece güzeli sevebilen değil, sevdiğini de güzelleştirebilen bir varlık. Gerçekten seven, sevilen güzelleşir, güzellik de iyileştirir. Güzel bir davranış, güzel bir bakış, güzel bir söz, güzel bir sessizlik… Kendimle bir çok konuda samimiyetle, cesaretle yüzleştiğim son on yılın bana verdiği cevaplar bunlar… Orada olduğunuzu, sevginizi, güzelliğinizi hissediyorum ve bende, paylaştıklarımda bir güzellik gören hepinizi yürekten kucaklıyorum. Gerçekten sevdikçe güzelleşeceğiz, güzelleştireceğiz…

Not: E-postama düzenli gelen yorumlara, sorularına baktığımda, yazıların altında bir süredir kapalı olan yorum kısmını, her yazı sonrası blogda genele açık yorum yapmak, konuları tartışmak isteyenlere üç hafta kadar bir süre açık tutacak şekilde ilişkin bir ayarlama yaptım. Sonrasında yazılar yoruma yine otomatik olarak kapanacak. Dileyen yine bana e-posta yollamaya devam edebilir, ancak bazen cevaplamam zaman alabiliyor.