Katie Scott: The Story of Flowers from Big Active on Vimeo.
‘Oğlum kalk!’
‘Niye?’
‘Sabah oldu! Ayrıca bu sabah sana dün izlediğim muhteşem bir şeyi izleteceğim.’
‘Sahi mi?’
Uykulu gözleri, üşengeç vücudu, birden elektrik almış gibi canlandı. Hemen okul kıyafetlerini giydi ve aşağıya indi. Ben kahvaltısı için sevdiği koyu renkli ekmeklerden bir dilime kakaolu fındık kreması sürerken, o izlemeye başladı. Ekmeği eline tutuşturuken o ağzı açık biçimde ekrana bakakalmıştı. Ve devamında bir sürü soru ve bir süre sohbet.
Beğendiğim kitapların yaratıcılık süreçlerini araştırmak, incelemek, üzerinde düşünmek benim için önemli ve keyifli bir öğrenme süreci. Tabii ki birçok kişi gibi çizimlerine hayranlık duyduğum bu kitabı da araştırmıştım. Oğlana mutfak masasındaki Animalium kitabını göstererek,
‘Bunu da aynı kişi çizmiş biliyor musun? Önce eliyle çizmiş sonra, bilgisayarda renklendirmiş. Ben de bugünlerde onun kullandığı programı daha detaylı biçimde öğrenmek üzerinde çalışıyorum. Belki ileride ben de yaparım böyle şeyler. Sen bilgisayarla sanat da yapılabilineceğini biliyorsun zaten.’ Ve sonrasında Katie Scott’un izlediğim bir iki videosundan edindiğim izlenimleri paylaştım.
‘Biliyor musun, kitabın çizeri Katie Scott eski bilim insanlarının çizimlerinden çok etkilenmiş. Eskiden bilim bu kadar gelişkin olmadığı için insanlar hayal güçlerindeki fantastik düşünceleri, canlıları da bilimsel çizimlerine yansıtıyorlarmış. Bu tarz resimleri geçen senelerde Oslo’da, Münih’te, Konya’da gezdiğimiz bilim müzelerinde de görmüştük hatırlıyor musun?
İşte bu kadın onlara benzer eski bilimsel resimlerin tarzınını çok beğenmiş. Doğa tarihi müzelerine, botanik bahçelerine gidip gidip uzun süreler incelemiş ve onlardan esinlenerek çizimleri bugünün bilim düzeyinde, gerçekliğinde, gelişmişliğinde canlandırmış.’
O sırada Animalium kitabını incelemeye başladı.
‘Ne kadar güzel bir kitap değil mi?’
Kitaba ve çizimlere duyduğum hayranlık gerçekti, ki eğer olmasaydı oğlumun keskin sezgi gücünden bu kaçmayacak, onu yönlendirmeye çalıştığımı anlayıp duyarsız bir ifade takınarak kitabı kibarca kenara itecek ve hiçbir açıklama yapmadan, tepki vermeden ‘Hadi gidelim’ diyecekti. Ama yapmadı, çünkü ben gerçektim ve o da bundan etkilenip dikkatle, hayranlıkla baktı Animalium kitabına.
Okula gitme saati gelmişti…
Giderken sınıfça oynadıkları dünkü tiyatro gösterisinden bahsettik. ‘Masal, Masal İçinde’. Onu da tıpkı bu video gibi çok beğendim ve heyecanla izledim. Öyle ki oyunu öğretmenin ricasıyla videoya alırken, izlemeye dalıp gittiğim için oğlan kadrajın dışında kalmış, çok üzüldüm sonrasında.
Her çoçuk masallardaki bir kahramanı oynadı. Pamuk Prenses, Keloğlan, Pinokyo, Çizmeli Kedi, Kurt, Alaaddin, Prenses Yasemin, Rapunzel… Oğlan da lambadan çıkan cini canlandırdı. Kafasında yakutlu sarığı ,üzerinde altın işlemeli bluzu, altında şalvarı ve spor ayakkabısı:) Oyunun sonunda Alaaddin’in lambayı ovuşturmasıyla belirdi, herkesin istediği olan artık kendi masallarına dönme arzusunu yerine getirdi. Sahneyi tüm masal kahramanlarından boşaltıp tek başına kaldığında, seyircilere doğru yaklaşıp muzip, muzaffer bir sesle ‘Esas kahraman benim!:)’ diye bağırdı ve oyun bitti.
Nesil olarak gerçekten çok farklılar. Kaygı yoktu çoğunda, ama coşku vardı. O tiyatroda beraberce oynamaktan keyif aldılar, en çok onlar güzel vakit geçirdiler. Hikayede hepsi bir kahramadı ve birbirlerini oyun sırasında inanılmaz desteklediler. Çok gerçeklerdi, çok kendileriydiler ve abartısız ama çok etkiliydiler. Oğlum repliğini söylerken esas kahraman olmadığını biliyordu. Hepsi esas kahramanın kendileri olmadığını biliyordu. Esas kahraman yoktu ve hepsi kahramandı.
Oğlumla konuştuk; peki onları masallarına gönderebildiyse ve sonrasında tek başında kaldıysa esas kahraman o olabilir miydi? Ama Alaaddin onu çağırmadan oyuna girememişti, onlar istemeden onları geri yollayamamıştı. Diğerleri de cinden isteme gücüne sahip olsalar da, o yollamadan kendi masallarına geri dönememişlerdi. Kısacası oyun harika bir beraber varoluş (interbeing) ve ekolojik düşünce canlandırmasıydı ve bu yaşta bu düşünceyi bu şekilde kavradıkları için çok şanslılardı.
Bir çağ değişiyor sessiz ve derinden. Yeterince farkında değiliz henüz. Son dönemde dünya genelinde gençlerin politikacılardan kararlılıkla talep ettiklerinde yavaş yavaş belli etmeye başladı bu kendini. Şimdiki yeni nesilin çoğunluğu artık çatışma değil, çoşku, yaratıcılık dolu, doğanın korunduğu, önemsendiği bir yaşam istiyor. Ama daha arkadan gelen nesiller bunu gerçekleştirme gücünü de içlerinde taşıyarak geliyorlar. Güçlüler gerçekten ve daha önce hissetmediğim olumlu bir yaşam enerjisiyle de dolular. Evet onlarda sadece yaratıcılık, coşku, sevgi, paylaşım değil, dayanıklılık, kendini ciddiye alırken kendini abartmama da görüyorum. Birçoğunun gözü bir önceki nesillerin aç olduğu birçok şeye doymuş olarak da geliyor. İnsandan öte devinen büyük evrimin bir parçası da, asırlardır durmaksızın bir öncekini kapsaya, kapsaya, onu aşa aşa insan bilincinde gerçekleşiyor. Belki bu yüzden umut her daim var. Onlar Halil Cibran’ın şiirindeki gibi bizim hayallerimizde bile canlandıramayacağımız çözümlere sahip bir geleceğe aitler.
Şimdi neşeyle tiyatro oynayan bu nesilin iklim sorunları, yeni teknolojilerin yol açtığı hızı giderek artan karmaşıklık gibi kucaklamak zorunda oldukları sorunlara bakılırsa doğa da onların bilincini bizlerden çok ötelere yükselterek hazırlığını yapıyor. Çünkü bu sorunlarla başa çıkabilmek; çok kapsamlı bir felsefi düşünce temelini, çok boyutlu sorgulamayı, sağlam evrensel ahlaki temel değerleri, farkındalığı, üstün yaratıcılığı, dayanıklılığı ve kollektif çalışabilmek kadar birey olabilme becerisini de gerektirecek.
Dün bir kez daha gördüm ki, bu dünyada eskimiş ve doğanın çoktan ve derinden dönüştürmeye başladığı şeyler var… Bambaşka bir bilinç geliyor… Bu çocukların yanındayken, hele ki onlarla yaşarken bunu hissetmemeniz mümkün değil.