Jane Belgeseli

Yarından itibaren bayram tatili başlıyor. Sizlere öncelikle güzel, huzurlu, mutlu bir bayram dilerim.

Bu uzun bayram tatilinde bir şeyler izleme fırsatı bulacaklara ve zihnimde, kalbimde yer edecek güzel bir şeyler izlesem diye düşünenlere Jane belgeselini tavsiye etmek isterim. (Netflix’ten de izlenebilir.)

Bu belgesel şimdi 85 yaşında olan Jane Goodall’ın gençliğinde bir fırsatını bulup, çocukluğundan beri hayalini kurduğu Afrika’da yabanda hayvanlarla yaşama arzusunu gerçekleştirmesini ve bu süreçte yaşadıklarını anlatıyor.

Jane Goodall’ın ekoloji ve yaban hayatı koruma alanındaki öncülüğü gözardı edilemez. Öncesinde üniversite eğitimi olmamasına rağmen ve belki de biraz da bunun sağladığı başlangıç zihni ile, Tanzanya’da şempanzeleri doğal ortamlarında gözlemeyi ve aralarına karışıp onların bir parçası haline gelmeyi başararak, sosyal yaşamlarında insana benzer ne kadar çok yönleri olduğunu göstermesiyle, doğaya ve hayvanlara ilişkin çok önemli bir bilinç değişiminin öncüsü oldu.

araştırma günlüğümden

Bu belgeselde Jane’nin yaşamı bir yana, beni en çok etkileyen dişi maymun, anne Flo ve oğlu Flint arasındaki ilişki oldu. Uzun süre etkisinden kurtulamadım desem yalan olmaz. Flo göze çarpan bir kahraman değil, ama onun sakin, dengeleyici varlığı ortamdan kalktığında hiç beklenmedik şeyler oluyor. Ve bunu yazarken hala burnumun direğinin sızladığını hissediyorum. Belgesel süresince Flo’nun anneliğiyle, kendi anneliği arasında üstü kapalı bir karşılaştırma, bir öz değerlendirme de var. Jane Goodall’ın aynı zamanda anlatıcısı da olduğu belgesel bir insana bu duyguyu yaşatabilmesi açısından da çok etkili ve bence esas amacına ulaşıyor.

Ayrıca belgeselin ilerleyen zamanlarında Jane’in doğaya ilişkin idealize edilmiş, romantik hayallerinin gerçeklere ve sınırlara çarpışına, bunun beraberinde içinde gelişen yas sürecine, oğluyla, eşiyle, işiyle ilişkisinin geçirdiği evrelere ve şimdi 85 yaşında en üst düzeyde kendini belli eden bilgeliğinin başlangıcına tanıklık ediyorsunuz.

Jane Goodall’ın kahramanlara yakışan hikayesi çok dikkat çekici ve insan topluluğunun bir üyesi olarak sahip olduğu cesaretten dolayı ona şükran duyuyorum. Fakat son yıllarda içimde, kahraman hikayelerine olan ilginin de nedenini henüz tam bütünlüğüyle anlamadığım biçimde giderek azaldığını da görüyorum. Ben kahramanlara ihtiyaç duyulmayacağı bir dünyanın hayalini kuruyorum, yani çoğuluğun her âna ve birey olarak o anlardaki düşüncelerine, duygularına, davranışlarına azami özeni gösterdiği, kimsenin kimseyi büyük jestlerle, çabalarla düzeltmek, eğitmek, bilinçlendirmek zorunda kalmadığı, kalmayacağı bir dünyanın hayalini. Ama bazen benim insan doğasına dair kurduğum bu hayallerin, Jane’nin şempanzelerin doğasına ilişkin başlangıçta kurduğu hayaller gibi romantik bir tat taşıdığından da şüphelenmiyor değilim:)