Bir Şeyler

Bolu / Gölcük Tabiat Parkı, eskiz defterimden
Gölcük Gölü kıyısında nilüferler

Bu hafta sonu Ankara’dan günübirlik gitme fırsatını bulduğumuz Bolu, Gölcük Tabiat Parkı öyle güzel, öyle güzel, öyle güzel bir yer ki, ama onu içimde tarif edemediğim bir sıkıntı ve kafa karışıklığıyla dolaştım. Sanki çoğunluk o muhteşem doğaya sadece fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmak veya mangal yapmak, bir şeyler yemek içmek için gelmiş gibiydi.

Her adımda ekrana öpücük gönderenler, kameraya yan durup poz verenler, piknik yaparken tüm ev konforunu yaşamak isteyenler, her yerden yükselen duman… Bir kadın küçük iskelede oturmuş poz verirken oğlan kenardan suya bakmak istediğinde, fotoğraf karesini bozuyor diye onu neredeyse suya itecekti.

Ve çöpler. Yukarıdakini o meşhur fotoğraf karelerinin çekildiği iskelelerden birinde çektim. Su kaplumbağasının içinde yüzmek zorunda kaldığı şu pisletilmiş sudan utandım. Kaplumbağanın evinde şu pisliği yaratanlar, kendi evlerine aynısı yapılsa nasıl bir tepki gösterirlerdi?

Bolu/ Akkaya Travertenleri

Öncesinde Akkaya Travertenleri’ne de uğradık. Düğün, Cafe, Traverten tabelasını takip ederek. Gölcük Tabiat Parkında da, burada da tesislerde doğayla uyumlu, özenli bir estetik yakalanmaya çalışılmıştı, her şey ahşap, göze oldukça hoş görünüyordu. Tepeden aşağı bakan restoranda çok sakin, insanı dinlendiren, rahatlatan, kısık sesli müzikler çalıyordu. Yöresel yemekleri oldukça lezzetliydi. Keyifli bir yemek yedik. Sonra restoran çalışanları tarafından beslenen küçük Leyla ve onun kardeşi Mecnun’la tanıştık. Sağlıklı ve mutlu görünüyorlardı.

Her şey güzeldi, ama tüm gezi boyunca bir şey eksikti ya da fazlaydı bilemedim. Tam tarif edemediğim, tam anlamlandıramadığım, ismini koyamadığım doğada değil, onu gezen insandan etrafa yansıyan, iç sıkıntısı veren bir şeyler… Bilemiyorum…