Geçen Ocak ayında yazının ilerleyen satırlarında bahsi geçecek tilkiyi de çizdiğim zaman, çizdiğim bir yılan bu. Daha önce paylaşmamıştım. Yaşadıklarımı, yaptıklarımı, hissettiklerimi, düşüncelerimi paylaşmak için acele etmemek çok şey değiştirdi yaratıcılığımda. Birçok kültürde çok derin anlamlar taşıyan yılan belki de bu yazı için sezgisel olarak en doğru seçim, belki de anlatmaya çalışıp anlatamadığım çok şeyi ifade edecek, bilmiyorum. Ama yaptığım o çizimler arasında en sevdiğim olmuştu ve onu sırf bu nedenle bir süre kendime sakladım. Belki de yıllardır yolculuğumu içtenlikle paylaşırken, ilk defa kendimi biraz kendime saklamaya başlamaya karar verdiğim bir andı onu kaldırıp kenara koymak. Ve böyle böyle, burada hala çok şey paylaşmama rağmen, artık kendime sakladığım, saklayabildiğim çok şey birikti. İçte ve dışta burada görünenden daha azı değil, gerçekte çok daha fazlası olduğumu bilmek, hissetmek, bundan emin olmak çok iyi geliyor. Bu his önemli bir hismiş, ona sahip çıkmak gerekiyormuş.
Ankara bu sonbahar öyle güzel ki! Her gün güneşli. Bozkırın berrak mavi gökyüzü ve sarının, kırmızının, turuncunun her tonu ayrı bir parlıyor, ağaçlarda. Çok duygulu hissediyorum bu sonbahar kendimi. Oğlanın bir mahalle mektebinde okuması da yaşantımıza inanılmaz sakinleştirici etki yapıyor. Ankara’da hiçbir yerde olmadığım kadar doğayla iç içe hissediyorum. Aslında belki de burada değişen bir şey yok, ben doğamla daha iç içeyim.
Sessiz şeyler beni artık daha derinden dönüştürüyor. Geçen kış bahçemizde saatlerce gözlerimin içine baka baka oturan tilki bende çok şey değiştirdi mesela. Oğlum okuldan her dönüşünde bir tilkiyle göz göze bakıştı. Bir Marquez romanı gerçekçiliğinde hissediyorum buradaki yaşantımı bazen. Büyülü bir gerçeklik. Tilkinin bizde güvendiği şeye artık ben de güvenmeye başladım sanırım. Bu bahçede, bu evde, bu atölyede ve ailemde bir fırtınanın gözü denen o yerdeki sakinliği yaşayabilmek.
Çok gezdim, çok dolaştım, göçtüm ve aslında gidilecek bir yer olmadığını, dönüp dolaşıp geldiği mekanın kendisi olduğunu anlıyor insan. Ankara’da değişen bir şey yok. Ankara benim… Eskiden de bendi… Bir yıl boyunca blogda çok şey anlattım, bu çizimlerin hikayesini de. Okunup okunmamaları, beğenilip beğenilmemelerinden bağımsız, bu çok güzel bir histi. Belki de tilkinin güvendiği şeylerden biri de buydu. O gözlerimin içine bakarken oradaydım, onu gördüm. O da oradaydı, o da beni gördü.