
Dün gece uzun süredir yavaş yavaş okuduğum kalın romanı bitirdim. Hatta son sayfalarını bitirmeden yatmamak için, uyumamda ısrar eden ev ahalisine biraz çıkışmış da olabilirim. Kitaptan yarın bugün ya da birgün bahsetmek istiyorum. Bana neden soruları yerine birçok nasıl sorusu sordurdu? Nasıl sorularının neden sorularını da kapsadığını, sonuçta ve cevap bulma sürecinde insanı neden sorularından daha üst bir bilince taşıdığını düşünüyorum. Neden öldü yerine nasıl yaşayabilirdi? sorusu gibi. Romanlara, masallara, hikayelere, karakterlere bir sürü nasıl sorusu sorarım? Kendime de sık sık nasıl sorusu sorarım? Mesela bu kısıtlı ve zor imkanlarda bir yandan psikolojimi, bir yandan yaratıcılığımı, bir yandan sağlığımı, bir yandan çevremi nasıl güçlü tutabilirim? Nasıl? Nasıl? Nasıl? Doğru sorulan nasıl sorularıyla eninde sonunda daha önce yürünmüş ya da yürünmemiş bir yol bulunabildiğini öğrendim.
Geçen günlerde bu çıktı elimden. Kendime, bazı renklerinin karışımını kendim hazırladığım bir guaj paleti hazırladım. Bunlar fazla koyduğum, kabından taşan renklerdi. Kabından taşan renkler; şimdi bu kelimeler kulağıma ne hoş geldi. Sonra kabından taşan renkleri öylece sürdüm kağıda ve bir insan beliriverdi. Kendiliğinden. Sonra ben onu biraz daha belirginleştirdim. Sanki bir yere yürüyordu. Nereye yürüdüğünü bilmiyorum ya da hissediyorum da kendime saklıyorum o hislerimi. Ama beni şu an en fazla o insanın nasıl yürüdüğü ilgilendirdi. Zerafetle, güçle ve farkındalıkla yürüyordu. Ve belki de şu an elindeki en büyük ve tek güç buydu.