
Neredeyse bir yıldan fazla oldu blogda yazmayalı, hatta onun varlığını zaman zaman unutmaya bile başladım. Korona pandemi koşulları bunda en büyük sebepti. Bu süreçte pek de sevmediğim Instagram ve Facebook’da paylaşım yapmaya devam ettim. Beni yakından tanıyanlar bunu aslında pek tercih etmediğimi bilirler, ama evlerde kapalı kaldığımız bu dönemde hem kendimin hem de beni takip eden, çalışmalarımı yazılarımı sevenlerin moralini yüksek tutmak ve temasta kalmak için bu yolu seçtim. Aslında belki de başka seçeneğim de yoktu, blog yazıları daima daha fazla özen istiyor ve benim bu süreçte o özeni ve odaklanmayı gösterecek vaktim ve imkanım yoktu. Bundan bile yola çıkarak aslında sosyal medyanın daha düşük kalite ile dönebilen bir sistem olduğunu anlayabiliyorum. Blogda yazmak onun bir basamak üstü ve blogun birkaç basamak üstünde de derece derece yükselen kitap yazmak var.
Bunları önümüzdeki dönemde daha detaylı yazacağım sanırım. Kısacası bir yıldan fazla bir süre Instagram birçok insan gibi benim de yaratıcılığımı kendi sistemi içine kattı, öğüttü ve tabii ki kendi karı ve çıkarı için kullandı. Bu süreç içinde algoritmaları vasıtasıyla beni ve paylaşma düzenimi, kimin görüp görmeyeceğini kontrol altında tutmaya çalıştı. Reklam vermemi istediği açıkça belliydi, ama vermedim ve tabii ki yalnızca kendi karını önceleyen koca sistem düzeni içinde küçük bir kişi olarak bu alışverişte çoğunlukla ben kaybettim. Ondan, algoritmadan bahsediyorum, ama onun kim ve ne olduğunu bilmiyorum, hangi prensiplerde işlediğini bilmiyorum, ama işimi ve yaşamımı ne kadar etkileyebildiği konusunda her seferinde hayretler içinde kalıyorum. Bu konuda birçok açıdan hak verdiğim bir sanatçının paylaşımlarını da aşağıda bırakıyorum.
Pandemi döneminde sayfalarca günlük tuttum. Hemen hemen daima elle tutulur, kokusu alınabilir biçimde olan, gerçek kitaplar okudum. Günlüklerimin, defterlerimin, kitaplarımın sayfalarına aldığım notları, çizimleri algoritmaların midesine besin olarak atmadığımı hissederek, kısacası biraz olsun insan hissederek bulduğum her küçük fırsatta yazdım, çizdim. Bunlardan bazılarını paylaştım, bazılarını ise paylaşmadım ve şimdi yavaş yavaş bloğa geri dönüyorum.

Uzun bir aradan sonra bu hafta okullar yine aralıklı yüz yüze eğitime geçti. Bugün oğlum okulda. Pandemi süresince verimli bir dönem geçirdi ve bu dönemi özellikle de kendini ve güçlü alanlarını keşfetme adına gerçekten çok iyi kullanmış gibi görünüyor. İçim bu açıdan biraz huzurlu, çünkü onun yaşında ne yapmaktan hoşlanıyorsam, bu yaşımda güçlü olduğum ve çiçek açabildiğim alanların da onlar olduğunu görüyorum. Çocukluk zamanları eğer imkan veren, kabullenici bir ortamda isek, bence gönlümüzün muradını en derinden, en samimi biçimde keşfedebildiğimiz zamanlar. Çocukken okumayı, yazmayı, resim ve el işi yapmayı, doğayı, müze ve tarihi yerleri gezmeyi, keşfetmeyi çok severdim. Hala çok seviyorum ve hatta yeteneklerimi ve becerilerimi en fazla ortaya koyabildiğim alanlar hala onlar, aslında hiç değişmedi. Belki oğlum da değişmeyecek.
Bugün kendimi iyi hissediyorum, uzun süredir flimlerini izlediğimiz Hayao Miyazaki’nin etkisi de olabilir bu. Onun hakkında da yazacağım. Bugünlük, uzun süre aradan sonra böyle kısa bir açılış yapmak istedim. Yakında (umarım) tekrar burada buluşmak üzere.