Hakim’in Yolculuğu Çizgi Romanı

Bilgisayarımın başındayım. Sabah kalktığımda bugün bir yazı yazsam mı diye düşünmeye başladım. Hafta sonu, Fabien Toulme’nin Hakim’in Yolculuğu çizgi romanını okudum, hem de bir çırpıda üç kitabını birden. Onun üzerine yazmak istiyorum, ama içimde işleyen bir oto-sansür var. Bu oto-sansürün bir kısmı bu kitapta, Hakim’in hikayesini okurken, özellikle son on yılda ülkemizde yaşananlar ve şahit olduklarımdan dolayı aslında travma üstüne travma geçirmiş olduğumu ve bu travmaların bir kısmının hala etkisinde olduğumu fark etmekten kaynaklanıyor. Bu konu içimde derin bir konu, erken bir sonuca, tanımlamaya veya çözüme varmak istemiyorum. Ama anladım ki bu travmalar bedenimde saklı ve hala tam çözülmediler. Özellikle bu son bir yıl kendimi fiziken de biraz yaşlanmış hissediyorum. Aynaya baktığımda, yüzümde sık sık yorgun ve bıkkın bir ifadeyle karşılaşınca bu hissim artıyor. Oysa oldum olası, kronolojik yaşımından daha genç gösteren bir yapıya sahibimdir. Şimdiyse gergin yüz hatları ve vücut kasları, genişlemiş gözbebekleri, odaklanma güçlükleri, biraz sinirlilik…

Bu travmaların bir kısmı; siyaset adı altında, toplum içinde ayrıştırmaya ve sürekli dozu artan, çocukluğum dahil benzerini hiçbir zaman görmediğim ağır şiddet ve nefret diline şahit olmaktan kaynaklanıyor, bir kısmı da iklim değişimi, deprem, maden faciaları, doğa katliamları, çevresel kirlilik, çarpık kentleşme, sınırlarımızda süren savaşın ortaya çıkardığı acılar, yoksulluğun artışı, terör olayları, pandemi, kadın cinayetlerinden kaynaklanıyor. Aslında bunların çoğu birbirinin içine geçmiş biçimde ve listeye eklemeyi eminim unuttuğum şeyler de vardır.

Evet, yazarken bile ağır geliyor, ama bu yaşantılar artık bizim gerçeğimiz oldu, birincisi buna gerçekten hala inanamıyorum. Hakim’in Yolculuğu’nun ilk kitabında yani 1- Suriye’den Türkiye’ye kısmında işte onun da ülkesinde olanlar karşısındaki ilk bu şaşkınlığına ve inanamayışına, bocalamasına şahit olmak, uzun süredir içimde dönüp bakmadığım, dillendirmediğim bu duygularla temas etmeme yol açtı ve tabii ki alttan alta hissettiğim, birgün onun yaşadığına benzer şeyler yaşama kaygısıyla da. Nitekim 2016’da böyle bir facianın köşesinden dönmüş bir ülkeyiz, hala o geceyi unutamıyorum, o da travmalarıma dahil tabii ki. Şimdi bir de son dönem malum Youtube videolarında ve twitlerde yapılan itiraflarda ortaya dökülenler var. Kısacası gördüğünüz gibi ağır olaylar say say bitmiyor ve artık anladım ki bozulan toplumsal sağlığımızı şifalandırmak, bireysel psikolojik sağlığımızı kazanabilmekten de geçiyor ve bu artık ciddi bir konu. Şu an en azından bireysel olarak topluma olumlu etki edebileceğimiz, yani etki alanımızdaki şeylerden biri bu; yani bedenimize etki eden, onu geren, stresle dolduran, yaşadığımız ve taşıdığımız travmaların farkına vararak, sabırla, acele etmeden, yavaş yavaş, dengeli biçimde önce içimizi sağaltmak ve sonra da bunları oluşturan koşulları.

Evet, ben içimde çözülmemiş bazı travmaları taşıdığımı görüyorum ve bunları üzerimde taşıyarak önümüzdeki yıllarda yeterince sağlıklı bir yaşantıya sahip olamayacağımı da görüyorum. Bunların varlığını fark etmemde Hakim’in Yolculuğu’nu okumak çok etkili oldu.

Beni en etkileyen sahnelerden biri; Hakim’in “Düşün bunların uzun sürmeyeceğinden ne kadar emindim.” dediği yer.
Hakim’in Türkiye ve Antalya’ya geldiğinde ilk izlenimleri. “Çok temizdi, çok moderndi.” diyor. Hakim’in komşu ülkeler arası belirgin bir farklılığı ilk defa dile getirmesinden belki biraz olsun rahatladım. Dedim ya, belki…

Bu konuya başlangıç yapmak için bir çizgi romanlardan yardım almanın dıştan tesadüfi görünse de, aslında sezgisel olarak ne kadar doğru bir seçim olduğunu Hakim’in Yolculuğu’nu okurken fark ettim. Çizgi roman, romandan farklı olarak anlatılan sahneyi, olayı, sizin kendi hayal dünyanızda kendi dilediğiniz gibi oluşturmanıza imkan bırakmadan tanımlıyor, dolayısıyla bazen psikolojik savunma mekanizmalarınızı devreye sokmanıza izin vermiyor ve birden kaçtığınız, kaçındığınız bir şeyi karşınızda resmedilmiş halde bulabiliyorsunuz. Dahası çizgi roman, sinemada veya tiyatroda genelde olduğu gibi kahramanların iç sesini, düşüncelerini, duygularını sizin tahmin etmenizi beklemiyor, bunlar çoğu zaman sahnelerle aynı anda karşınızda oluyor, dolayısıyla çizgi roman nesirden, şiirden, tiyatrodan, filmden, resimden, heykelden bambaşka bir boyut ve bence onlar kadar önemli, etkili ve dönüştürücü bir sanat boyutu.

Fabien Toulme kitabında mültecilik konusuna elinden geldiğince objektif yaklaşmaya çalışmış ve tabii bunu başta açıkladığı amaçla yapıyor; bu amaç, savaştan ve ülkelerindeki zor koşullardan kaçan mültecilerin yaşam tecrübelerine, yaşadıkları travmalara ve acılara ilişkin batı insanına daha fazla empati kazandırmak. Bu çok takdir edilesi bir çaba, çünkü yaşamında kendi kültüründen başka hiçbir yabancıyla ‘merhaba, nasılsın?’ dışında gerçek anlamda temas etmemiş, başka kültürden dostu, arkadaşı olmayan veya ana dilinden bir başka bir dili akıcı şekilde konuşamayan, başka dillerde okuyamayan, araştırma ve keşif yapamayan ortalama batı insanın çoğu da tıpkı, bizim ülkemizde benzer özellikler taşıyan çoğu insan gibi diğer kültürlere ve halklara yönelik dar ve ön yargılı bakış açılarına sahip. Bence bir insan başka insanları tanımadan kendini gerçek anlamda tanımlayıp, tanıyamayacağı gibi, başka kültürleri de bizzat tanımadan kendi kültürünü gerçek anlamda tanıyamaz ve tanımlayamaz.

Çizgi romana gelirsek, Hakim bazı insanların ön yargıyla düşündüğü gibi ilk fırsatta ülkesinden kaçan biri değil. Ülkesinde iyi bir işi ve geliri, mutlu aile ilişkileri, geleceğe dair hayalleri olan ve ülkesinden ayrılmayı hiçbir zaman düşünmemiş bir insan, kısacası iç savaş öncesi Suriye’de mutlu bir insan. Görünen o ki Suriye kolektivist yapıya sahip bir kültür, aile ve arkadaşlar arasında dayanışma ve iyi ilişkiler ön planda. Satır aralarında kadın erkek ilişkisine dair tutucu bir kültür olduğunu da Hakim’in anlattıklarından anlıyoruz, zira eğer eve yemeğe davet edilen erkek ailenin iyi tanıdığı ve bildiği biri değil ise kadınlar o masada yemek yemiyor veya bekar bir kadın ve erkeğin baş başa sohbet etmesinin pek hoş karşılanmıyor, ancak yine Hakim’in Suriye anlatılarından anlaşıldığı gibi bu kural başka kültürlerdeki kadınlara yaklaşımlarda geçerli değil, onlarla daha rahat arkadaş olabiliyorlar. Bu, kadına bakıştaki bir yanda tutuculuk ve diğer yanda rahatlık batı kültüründe yaşarken farkındalıkla dengelenmezse, bazı sorunlar ve uyumsuzluklar yaratabileceğini tahmin etmek zor değil.

Kitapların başlıklarından da anlaşılacağı gibi Hakim ve ailesi Türkiye’de aradıkları imkanları bulamıyorlar ve Avrupa’ya geçmeye karar veriyorlar ve asıl zorlu macera ondan sonra başlıyor.

çinde yaşananları tam bilmediğimiz karanlıkta, derme çatma botlarla yapılan o yolculuklar, çok zorlandım okurken. Bir insanın aynı duruma kendi çocuğuyla düştüğünde neler hissedebileceğini hayal etmeden ve gözyaşlarını akıtmadan bu sayfaları geçmesi çok zor. İnsanların, hele de çocukların böyle yolculuklar yapmak zorunda kalmadığı, bu acıları yaşamadığı bir Dünya istiyorum. Çok istiyorum.

Hakim’in yolculuğu bundan sonrasında daha da zorlaşıyor. Doğu Avrupa’da yükselen aşırı sağın etkilerini ve bir yandan mültecilere kucak açan, onları anlayan ve şefkatle yaklaşan insanları. Devamını anlatarak çizgi romanın heyecanını ve sürprizlerini okuyacaklar için bozmak istemiyorum. Bu kitap kalbini samimiyetle birbirinin gerçeğine açan Dünya’nın iki ayrı yerinde büyümüş iki insanın, Fabian ve Hakim’in hikayesi, ama daha çok Hakim’in hikayesi, yerinden yurdundan her şeyi geride bırakara ayrılmak zorunda kalan birinin hikayesi ve onun da başta dediği gibi bu hikayenin milyonlarca benzer ya da farklı yönlere ve sonlara gidenleri var.

Oğlum küçüklüğünden beri bana sıkça şu soruyu sorar. ‘Anne, Dünya’da kötü insanlar var mı?’ ve ben de oğluma hep şunu söylerim ‘Evet, bu dünyada kötü insanlar var, ama iyiler onlardan çok daha fazla, bunu sakın unutma.’ Hakim’in Yolculuğu da bunu anlatan gerçek bir hikaye.