Kakofoniden Uzaklaşmak

Eskiz defterimden, Mayıs; 2020 / Bahçemiz ve onun bizi gördüklerine daima mutlu olan kedilerinden esinle

Dünkü yazımı yazarken oldukça farkındalık kazandım. Bu kadarını beklemiyordum. İçim biraz daha netleşti. Bilenler bilir, psikolog olarak gestalt psikolojisi yaklaşımını genel anlamda kendime daha yakın buluyorum. Gestalt yaklaşımında organizmanın ihtiyaçları çok önemlidir, kendiyle teması ve ihtiyaçlarının farkındalığı içinde olması da. Dün yazarken çok öne çıkmış bir huzur ihtiyacımdan bahsettim, fakat her insanınki farklı olabileceği gibi benim de huzurdan esasta neyi kastettiğim açık değil. Bunu da kendim için açıklığa kavuşturmam gerek, yoksa ihtiyacımı karşılayamam ve de yaşamda dengemi yani bütünlüğümü sağlayamam.

Huzur istiyorsam, huzursuzum demek ki. Neden huzursuzum, neler bana huzursuzluk veriyor? Huzursuz olduğumda neler hissediyorum bedenimde, neler yaşıyorum. Bunları araştırmam gerek, daha doğrusu bunları araştırmak istiyorum.

Okulların açılmasıyla yaşamımda yeni bir ritim oluşmaya başladı. Bunun bir kısmı hoşuma gidiyor, bir kısmı gitmiyor. Bu yıl oğlanı okula biz bırakmaya devam etmeye karar verdik. Okul çok uzak değil. Bana bazen trafik sıkıntı verse de, sabah ve akşam arabada yaptığımız sohbetlerin ikimizin ve en çok da onun açısından önemli olduğunu görüyorum.

Oğlum büyüyor ve ben ne kadar bilgeleştiğimi sorgulamaya da başladım. İleride ve de şimdi yaşam bilgeliğime çok ihtiyacı olacağını hissediyorum, ama bu konuya şimdi girmek istemem çünkü uzun bir konu. Şimdilik bir kenarda dursun.

Değişen rutinlerimden bazılarını sevmediğimi belirttim. Bunlardan biri de sabah trafiği. Ankara her geçen gün trafiği daha da yoğunlaşan bir kent haline geliyor. Şehir merkezinin dışında yaşamanız da buna çözüm değil, çünkü çok insan artık şehir merkezinin dışına taşınıyor. Her geçen gün oraya buraya, elit, statü, prestij gibi kompleksli durumlar çağrıştıran isimler de içeren yüksek yüksek binalar yapılıyor. Neden böyle isimler seçiliyor, bu da ayrı ve önemli bir konu bence, ama o da benim şu an konum değil.

Dün sabah oğlanı bıraktıktan sonra özellikle Eskişehir yolunda trafik çok sıkışıktı. Bir yandan radyoda müzik dinliyorum. Aslında reklam arası müzik dinliyorum da denebilirdi. Bir süre sonra kafamın şiştiğini ve aslında bu şekilde radyodan hiç zevk almadığımı fark ettim. Ayrıca reklamlar, kendi konularında sürekli size kaygı aşılamaya çalışıyordu. ‘Eviniz yeterince güvenli mi, memenizi kontrol ettirdiniz mi, sporunuzu yaptınız mı, sağlıksız mı besleniyorsunuz bunun uzun vadede sizi öldürebileceğini biliyor musunuz? Çocuğunuzun zekası yeterince gelişti mi, aman geri kalmasın şu kursa da gidiyor mu, şu deneyimi de yaşıyor mu?…’ Böyle gidiyor ve en kötüsü bunlar bizim gardımızın en düşük olduğu anlarda, yani yola dikkatimizi verip bu mesajları bilinçsizce süzgeçten geçirmeden içe aldığımızda gerçekleşiyor.

Son yıllarda gençlere değil yaşlılara hayran hayran bakmaya başladım. Nasıl bu yaşa ulaşmışlar acaba diye düşünüyorum. Yukarıdaki tüm bu barikatları ve dönemeçleri aşarak hem de. Tatlı, börek, kızartma yemişler, spor yapmamışlar, dahası kışları yoğun hava kirliği olan, kömür kokan şehirlere yaşamışlar. Herkes her yerde sigara içmiş. Yaşamda hijyen bu kadar yokmuş ve onlar bu koşullardan geçerek bu yaşlara gelmişler. Açıkça, yaşlanmak bana artık gerçekten mucizevi geliyor. Bu açıdan reklam ve sağlıklı yaşam endüstrisini kutlamak da lazım, bana fark ettirmeden, azar azar yaşam kalitemi düşürecek yeterince kaygı ve korku aşılamışlar, ama böyle devam etmelerine izin vereceğimi sanmıyorum. Annem daha genç bir doktorken, sağlık ve hastane konularında reklam yapmak yasaktı, çünkü etik bulunmuyordu. O zamandan bu zamana ne değişti. Ahlak mı? Şimdi sağlık konusunda doktorlara sıra gelinceye kadar, herkes isterse uzman olabiliyor ve hatta guru ve fenomen de olabiliyor. Bunca zaman orada burada yüklendiğim doğru yanlış bilgilerin bende yarattığı bilinçli, bilinçsiz tahribatların da farkında olmam ve artık bazı şeylerle arama mesafe koymam gerektiğini görüyorum. Kısacası aklıselime geri dönmeye ihtiyacım var. İngilizce bunun için harika bir kelime var: Un-learning yani öğrenmeme veya öğrendiğini öğrenmemiş eski haline dönme. Çok önemli bir kavram, daha iyi çevirenler varsa veya yapılmış çevirisini bilen varsa yorumlara yazarsa sevinirim.

Sağlık ve güvenlik konusunda en büyük kaygılar da çocuklar vasıtasıyla aşılanıyor. Önceki nesillere nazaran daha kaygılı ve korumacı ebeveynler haline geldiğimizi düşünüyorum. Oğlum iki gündür yırtılmış pantolonlarla geliyor, okulda ağaçlara tırmanmaya izin varmış. Dahası artık nasıl güzel ve gerçekten oynuyorlarsa, zaman zaman dalağı şişiyor ve ağrıyormuş. Pandemi nedeniyle uzun zamandan beri ilk defa tecrübe ediyor sanırım ki, kendisini önce hasta zannetmiş. Oysa çocukken bu benim çok iyi bildiğim bir şeydi. O da kıvrak bir çocuk, maazallah çok fazla da düşmüyor, ama bazen dizlerinde oluşan bazı küçük yaraları olağanüstü bir şeymiş gibi gösterdiğinde bende şaşkınlık ve biraz da ergen vari ‘ne var yani bunda’ suratı oluştuğunu itiraf etmem gerek. Kendi diz yaralarımı hatırlıyorum, kalın kalın yara kabuklarını. Ne batikon, ne hijyen, belki biraz kolonya. Belki o da yok. Durduk yerde düşsün ciddi bir şekilde yaralansın da istemiyorum tabii, ama ne ara bu noktaya geldik hakikaten?

Neyse, sabahları yolda daha önce pek fark etmediğim hoş şeyler de fark ediyorum. Artan sayıda genç, çocuk okullarına yoğun trafiğin yanında bir şekilde yollarını bularak bisikletle veya scooter ile gidiyor. Cesaretlerine hayran kalıyorum ve bana daha hoş geleni çoğunun bizim nesile nazaran daha dik yürüdükleri. Pandemi koşullarından olsa gerek, maalesef bugünlerde daha önce görmediğim oranda kilolu çocuk da var. Okullar açık kalmaya devam ederse bu kiloların zamanla kaybolacağını düşünüyorum.

Neyse yolculuğuma geleyim. Sonunda biraz müzik dinleme pahasına katlandığım radyodaki reklam terörünü, müzik sistemine telefonumu bağlayıp klasik müzik açarak sonlandırdım. Bir süre sonra gerginliğimin azaldığını ve rahatladığımı gördüm. Hatta yoldan biraz keyif aldım da denebilir, çünkü güzergahım yeşillikle dolu bir yol. Ağaçların sonbaharda adım adım sarının, bakırın çeşitli tonlarını aldığını görmek harika geldi. Yavaşlık, müziğimin aniden bir reklam, bir cingıl veya hızlı hızlı konuşan bir spiker tarafından bölüneceği korkusundan özgürleşmek ve kulağıma giren tınıların, konuşmaların, enformasyonun kontrolünün biraz olsun bende olduğu hissi, evet az da olsa bu basit ve etkisiz görünen ve aslında hiç de öyle olmayan bu kontrol hissi beni gevşetti, bana huzur verdi.

Yol boyunca sadece yaşlanmayı başararak kahramanım olan yaşlıları düşünmeye devam ettim. Acaba oğlumun büyüdüğünü görebilecek miyim? Uzun yaşayan hayvanları düşündüm. Yavaşlardı çoğu ve aceleleri yoktu. Acaba insanı acelesi mi eceline taşıyor? Yeterince vaktim var diye düşünenle, yeterince zamanım yok diye düşünenin kimyası, biyolojisi, hormon salınımı, beyin işleyişi, organlarının sağlığı bir olabilir miydi? Dönüp dolaşıp yine aynı derin konuya geldim işte, zaman. Ama bu sefer yeterince zamanım var:)Tüm bunları tekrar düşünmek, hissetmek ve yaşamıma iyi gelmeyenleri fark etmek, ayıklamak için kendime dilediğim kadar zaman tanıyacağım. Yaşamaktan, yaşamayı öğrenmekten daha önemli bir şey var mı?

Eve geldiğimde yine rutinim dahilinde, bahçede üç tatlı kedi beni gördüklerine sevinir tarzda koşarak, miyavlayarak karşıladı. Varlığımı gözlerimin içine bakarak onayladılar. Keşke hayvanların yapabildiği gibi acelesiz birbirimizin gözlerinin içine bakabilsek ve sen oradasın, gördüm diyebilsek. Varlığımın farkında olan ve ondan sevinç duyan bu üç özgür kedinin de bana çok huzur verdiğini fark ettim.