Bilgisayarımı açtım. Aslında hemen yazmaya başlamayı planlıyordum ki, web sitemin servis sağlayıcısıyla olan yıllık planımın sonuna yaklaşmaya başladığımı gördüm. Biraz o konuyla ilgilendim. Artık başka bir servis sağlayıcısına geçmem gerek, zira kullandığım servis sağlayıcı, Türk lirasındaki değer kayıpları ve bir de kendi yüksek fiyat politikalarından dolayı artık çok pahalı geliyor.
Sitem bir WordPress.com değil bir WordPress.org sites. Bu web sitemin yönetiminden ve genel olarak her şeyinden ben sorumluyum anlamına geliyor, yani sitem çöktüğünde ve başına bir şey geldiğinde bunu çözmek de benim işlerim arasında. WordPress.com’dan WordPress.org’a geçişi 2017 de yaptım. Başlangıçta cesaret ve çalışma gerektirdi. Web sitesi işleyişine dair oldukça şey öğrendim ve aslında o kadar da zor olmadığını keşfettim.
Websitesi bir yatırım sayılabilir yani masrafsız bir şey değil. Şimdi düşünüyorum da, ben kendime ne kadar söz versem de geçen yıllarda yine web sitem yerine sürekli sosyal medya sitelerine bedava içerik sağlamışım. Bu hem komik, hem de sosyal medyanın başta da sık kullandığım Instagramın bir başarısı. Aslında bir amacım da vardı, birçok insana ulaşmak, bilgilerimi onlarla paylaşmak. Şimdi neden böyle bir şey yapmak zorunda hissettim diye sormadan edemiyorum. Bu karşılıklılık ilkesi ve alma verme dengesi son dönemde çok önüme gelmeye başladı. Burada kantarın topuzunu fark etmeden biraz kaçırdığımı hissediyorum, bu kimsenin suçu değil, benim tercihlerim doğrultusunda gelişti.
Instagram belirli seçenekleri ve kısıtları olan bir araç. Yani bir şey paylaşmak istiyorsanız, her araç veya aracı gibi onun olanakları veya olanaksızlıkları sizin içeriğinizi şekillendiriyor. Bir süre sonra da eğer sık kullanıyorsanız (her araç gibi) sizin düşünme ve üretme biçimizini o şekil çerçevesine sokuyor. Bu konu önümüzdeki dönemlerde daha detaylı konuşmak istediğim bir konu. Bu noktada sosyal medya, başta da benim sık kullandığım instagram aracının özellikleri nedir, kendimce bir özetleme yapmak istedim.
- Hız: Siz bir şey paylaştıktan sonra arkanızda sıranızı almayı bekleyen milyonlarca başka paylaşım olduğunun bilinci ve sanki sürekli bir şey paylaşmak zorunda olduğunu hissetmek.
- İçerik sağlayıcıyı değil içeriği takip edene verilen değer (‘beğen’ ve ‘takipçi’ baskınlığı): Burada muazzam dengesiz bir ilişki var. Bir taraf saatlerce ve bazen yıllarca hazırlıktan sonra oluşturduğu birikimle bir şey paylaşıyor ve ondan sonra acımasız bir tüketim kültürü bir anda içeriğe beğen, beğenme düzeyinde saniyelik bir tepki vererek tüketip atıyor bir kenara ve bu üretimlerin değeri bu anlık tepkilerle biçilmiş oluyor. Dahası saatlerce, günlerce emek verilenle, kafasına bir soğuk su kovası geçiren aynı platformda aynı kriterlerle yarışmaya zorlanıyor. Bu vasatlık, üretenden çok ilgi vereni yücelttiği için bence alttan alta takipçi şımarıklığına da yol açıyor. Müşteri daima haklıdır felsefesinin, zamanla sadece parası olduğu için her şeyi kendinde hak gören şımarık bir müşteri kitlesini doğurması gibi. Ne demiştim, instagram bir araç ve bu aracın özelliği de böyle.
- Başka bir bağlantıya müsade etmemesi: Yani öyle bakın ben bunu paylaştım isteyen ilgili olarak şu yazıyı da okuyabilir, şu videoyu da izleyebilir demeye imkan vermemesi ve bu sayede sizi platfomun dışına çıkarmadığı gibi, tamınladığı sığlıkta ve hızda yüzmeye devam etmeye zorlaması. Bu da özel olarak böyle tasarlanmış.
- Algoritmaların neyi görüp, neyi görmeyeceğinize bizim adımıza karar vermesi: Instagramda bir şeyi yayınladım bitti, tüm takipçilerim görür yok, buna algoritmalar karar veriyor. Aslında ben ilk girdiğimde vardı, sonra kalktı ve ücretli reklam sistemi başladı. Bu durum içerik sağlayıcısının işini iki kat zorlaştırıyor ve son yıllarda ülkenin yönetim tarzının yanında, bunun kadar bireysel ifademin baskı altına alındığını hissettiren bir şey yok. Bir yandan algoritmaların, bir yandan tek doğru olduğuna kendini inandırmış bir görüşün, şu an bir çok insan gibi benim de yaratıcı ifademi dolaylı veya dolaysız yollarla yontmaya, şekil vermeye ve yönetmeye çalıştığını hissediyorum. Bu ortamda, bir özne olduğum hissine yabancılaşmaya başlıyorum sanki.
Daha oturup sayarım ama bu yazının başında kendime söz vermiştim. Dünkü yazı karşısında olduğu gibi beş saat geçirmeyeceğim. O zaman yapmak istediğim diğer çalışmalara zaman kalmıyor. Burası benim internette tuttuğum bir günlük, dolaysıyla kendime bir kitap yazma düzeyini kalite ölçütü olarak koymayacağım, ama hayalimde bir gün kitap yazmak da var. Resimlendirmesini de benim yaptığım bir kitap.
Buraya kadar okuduysanız sizinle birkaç gün önce sabah gördüğüm ve beni çok etkileyen bir hadiseyi paylaşmak istiyorum. Bunun yukarıda yazdıklarımla da çok ilgisi var. Oğlumu okula bıraktıktan sonra anayoldan eve dönmeyi tercih ettim ve o sırada yolun ortasında ölmüş bir tilki gördüm. Trafik çok hızlı akıyordu ve benim durup onu almaya çalışmam benim de aynı sonuçla karşılaşmama yol açabilirdi. Hiçbir şey yapamadım.
Tilkilerin benim için ne kadar özel varlıklar olduklarını bir süredi beni tanıyan ve takip edenler bilecektir. Dolayısıyla onu öyle görmek beni çok derinden etkiledi. Ben bir kam değilim. Belki de öyleyimdir, ben bilmem, bunun kararını bildiğim kadarıyla kam veremez zaten, ama Ankara’ya taşındığımızdan beri tilkiler, doğanın konuştuğunu ve her şeyin ayrı bir ruhu, enerjisi olduğunu bana çok derinden hissettiren, aktaran canlılar oldular. Tilkileri son yıllarda çok çeşitli şekillerde gördüm, yaralı gördüm, birbirlerinin peşinden koşarken gördüm, uyurken gördüm ve hatta çok yakınımda korkmadan saatlerce otururken, gözlerimin içine uzun uzun bakarken gördüm, ama ölü görmedim. Öyle görmek çok derinden üzdü.Birkaç gün bu olayın bana ne ifade ettiğini anlamaya çalıştım. Ölen tilkiye olan sevgimi kalbimde sıcacık hissettim. Tilkilerin karakterleriyle benim karakterim arasında örtüşen çok noktalar var, sanki içimde bir yanım bu kazayı hissediyordu, anlatması zor.
Bu sabah atölyeye gelmeden önce biraz yürüyüş yaptım. Düşündüm, tilkinin otobanda ne işi vardı? Keşke oradan gitmeseydi. Tilki akıllı olsaydı, çünkü sabahları deli gibi, kendinin bile farkında olmadan araba süren insanlardan hiçbir beklentim yok. Tilki onlardan daha akıllı olmalıydı, keşke tilki o insanlarla dolu otobana çıkmasaydı. Neden yaptı? Bunlar dönüp durdu kafamda.
Sonra hissettim ki, ben de hayatımda aynısını yaparsam farklı bir sonuç almayacağım. Yaban doğanın, yaratıcılığın, yaşamın yeri otoban gibi işlek ve binlerce bilinçsiz, umursamaz, kendinin farkıdan olmayan sürücünün araç koltuğunda olduğu yerler gibi platformlar olamaz. Bir tilki kendini bir aracın altında bulacağı yerlerde sürekli dolaşamaz, ben de dolaşmamalıyım. Ben de yüreğimi, yaratıcılığımı iyinin yanında milyonlarca bilinçsiz, umursamaz insan gözünün gezindiği yerlerde sürekli dolaştırmamalıyım. Yüreğimin yeri bu huzurlu bahçe ve atölye. Tilki bile burada kendini evinde hissetmiş, huzur bulmuştu, bunu unutmamalıyım.