Soetsu Yanagi’yi paylaştıktan sonra yine Japonya’dan ama zanaata Yanagi’den biraz farklı, hatta onun karşı çıktığı bireysel ifade odaklı yaklaşan, geçmiş yıllarda uzunca bir süre muhteşem kimonolarını incelediğim Itchiku Kubota’dan bahsetmek istiyorum. Kubota 1500’lerden sonra kaybolmuş bir kumaş boyama tekniğini, Tsujigahana’nın uygulandığı bir kumaş parçasını 20 yaşlarında tesadüfen Tokyo Ulusal Müzesinde görür, adeta büyülenir ve kumaşın başından ayrılmadan iki saat kadar inceler. O günden sonra ustası, yönergesi kalmayan Tsujigahana tekniğini yeniden canlandırmaya ömrünü adar.
Kubota batı resim sanatından da çok etkilenir ve işte bu tarafı sanırım Japonya’da gelenekler konusunda Soetsu Yanagi’yle paralel düşünenlerin pek hoşuna gitmez. Kubota’yı Tsujigahana tekniğine saygısızlık etmekle sert biçimde eleştirirler. Kubota da bu tekniğin tam anlamıyla geleneksel olmadığı, kendi yorumunu kattığını belirtmek adına Itchiku Kubota Tsujigahana ismiyle vurgular.
Kubota, Japonya doğasına özellikle de Fuji dağına olan hayranlığını, yaptığı herbiri sanat eseri kabul edilen kimonolarına yansıtır. Yanagi’nin ve Kubota’nın yaklaşımlarını incelemek, doğu-batı felsefelerinin zanaata farklı bakışlarını anlamak açısından ilginç geliyor.
Kubota’ya benzer bir sanatsal yaklaşımı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun baskılarında görmek mümkün. Bedri Rahmi’nin artık klasikleşen bu desen ve baskı kalıpları, Yanagi’nin yıllara dayanabilecek kalıpları ve örüntüleri yalnızca çok iyi görücü ve doğayla derin sezgisel ilişki geliştirmiş kişilerin çıkarabilececeğini fikriyle de bence örtüşüyor. Bedri Rahmi’nin yazılarını okuduğunuzda, doğadan ne kadar etkilendiğini ve onu gözlemekten muazzam keyif aldığını görüyorsunuz. Bedri Rahmi’nin, Anadolu’nun geleneksel el sanatlarına ilham verici şekilde dikkat çeken eserleri, yazıları geçmişte olduğu kadar günümüzde de birçok kişide derin izler bırakıyor. Fakat Bedri Rahmi’nin yaklaşımından ilham alan kimi sanatçıların, bu geleneklere ve el sanatlarına gerçekte ne kadar hakim oldukları, merak ve saygı duydukları konusunda; Kastamonu’da geleneksel baskı yapan bir zanaatkarı ziyaretim sırasında gördüğüm yüz yıllık bir ıhlamur baskı kalıbının bir sanatçı tarafından yağlıboya resminde kullanıldıktan sonra, hiç temizlenmeden öylece bırakılıp kullanılmaz hale getirilmesiyle, kafamda soru işaretleri belirdi. Baskı ustaları tarafında da, Bedri Rahmi’nin sanatını canlı tutmada kullanılan strafor yakma gibi tekniklerin, en başta sağlık açısından ne kadar doğru yaklaşımlar olduğundan şüphelerim var, ama bunlar tartışmasına pek girmek istediğim konular değil açıkçası.
Bu görme konusu, bakışın incelenmesi ve bakışa batının sanatsal yaklaşımın etkisi John Berger’de de önemli bir konu. John Berger’in Görme Biçimleri adlı klasikleşmiş belgeseli, günümüz sosyal medya zamanlarında bence daha da anlamlı hale geliyor. Berger de geleneksel sanatlardan minyatürü ve perspektif anlayışını anlamamda bana çok yardımcı oluyor. Tüm bu konuları sorgularken, adına doğu ve batı denen anlayışların birbirlerine geçiş noktasında, Türkiye’de, büyümüş ben aslında kendimi biraz daha anlıyorum.
Daha uzun uzun yazabilirim, ama sanırım bugünlük burada bırakacağım, bir el işi çantası için tamamlamam gereken nakış uzun süredir beni bekliyor. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar devam ettireceğimi bilmediğim, bu el işi çantalarının her birinden tek olacak şekilde üretme ilhamını Kubota’dan almış olabilir miyim? Yanagi’nin üzerinde durduğu gibi, yaptığın (özgün) işlere imzanı koymamaya ve isimsiz kalmaya henüz nefsim pek müsait değil sanırım, ama Yanagi güzelliği görmede sanatsal koşullanmalardan uzaklaşma ve “çıplak zihne” (naked mindedness) sahip olma konusunda bana öyle çok ilham veriyor ki, belki de zamanla… bilemiyorum. Hala bilmediğim çok şey var, ama yine de yaklaşık altı yılı aşkın süredir bilfiil zanaat ve sanatla uğraşan bir insan olarak bu işlerin yalnızca zihinsel tartışmasını yapmıyor olmak güzel.